20 Ağustos 2010 Cuma

FERYAT

FERYAT
BİR FERYAT..


FERYAT Kİ NE FERYAT…UMMADIĞIM BİRİNDEN….MEHMET ŞEVKET EYGİ İMZALI…..BİLİNSİN İSTEDİM….



MİLLİ GAZETE

07 AĞUSTOS 2010-Mehmet Şevket Eygi
araştırmacı yazar


Allah Cezanızı Versin!..



İSLAMCILIĞIN cıcığını çıkarttınız, Allah belânızı versin!.. Ben çoğunuzun o eski mücahitlik günlerini bilirim, ne nutuklar atıyor, mangallarda kül bırakmıyordunuz. Sonra mücahitlik postunu çıkardınız müteahhit oldunuz.
Müslümansan, hangi meşreb ve mezhepten olursan ol, mutlaka doğru ve dürüst olmak zorundasın. Siz yıllar var ki, doğruluk şişesini taşa vurup paramparça ettiniz. Allah bin kere belânızı versin!
Namaz kılıyor, günde onlarca defa Allah'tan sirat-ı müstaqime (doğru yola) kılavuzlamasını lisan ile niyaz ediyorsunuz ve hayatta tam tersini yapıyorsunuz.
Bre uğursuzlar!..
İslam'da devlet ve belediye bütçelerini hortumlamak var mıdır?
Rüşvet almak var mıdır?
Haram yemek var mıdır?
Her türlü emanete hıyanet etmek var mıdır?
Yalan söylemek, halkı aldatmak var mıdır?
Arsa ve arazileri yapılaşmaya açarak, binalara fazla kat çıkma izni sağlayarak haram komisyonlar almak var mıdır?
İhalelere fesat karıştırmak var mıdır?
Haram yollarla süper zengin olmak var mıdır?
Size beddua ediyorum. Allah belanızı versin!.. İki yakanız bir araya gelmesin!.. Haram servetlerinizi huzur içinde yiyemeyin emi!..
Müslümanların yüzünü kara çıkarttınız... Başınız belâdan kurtulmasın.
http://www.milligazete.com.tr/makale/dini-ve-namusu-olanlar-kazanamaz-172811.htm#


BUNU BİLMEMESİ OLASI DEĞİL…NASIL DA BIKKINLIK GETİRMİŞ…….BAZILARI DANIŞMANLARINA SORUP DAHA İYİ ANLASIN DİYE İNGİLİZCE VE FRANSIZCASINI DA EKLEDİM….



17-İSRA

11. Ve yed'ul insanü biş şerri düaehu bil hayr ve kanel insanü acula



Ali Bulaç 11- İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua eder. İnsan, pek acelecidir.
Diyanet Vakfı 11. İnsan hayrı istediği kadar şerri de ister. İnsan pek acelecidir!
Edip Yüksel 11. İnsan, iyi bir şey için dua ettiğini sanırken aslında kötü bir şey için dua eder. İnsan çok acelecidir
Elmalılı Hamdi Yazır 11-İnsan, hayrı ister gibi şerre davet çıkarıyor; insan çok acelecidir!
Süleyman Ateş 11. İnsan, hayra du'a eder gibi, şerre du'a etmekte(hayrı ister gibi şerri istemekte)dir. İnsan pek acelecidir.
Yaşar Nuri Öztürk 11 İnsan, hayra davet eder gibi şerri çağırıyor/insan, hayra duasıyla şerri davet ediyor. İnsan çok acelecidir



QURAN ( ENGLISH ) ( BY A. YUSUF ALİ )
17 - The Israelites
In the name of Allah, Most Gracious, Most Merciful

11. Man prays for evil as he prays for good; for man is given to hasty (deeds).


QURAN ( ENGLISH ) ( BY M.H. SHAKIR )
17 - The Israelites
In the name of Allah, the Beneficent, the Merciful.
11-And man prays for evil as he ought to pray for good, and man is ever hasty.


LE SAINT CORAN ( FRENCH )
Au nom d'Allah, le Tout Miséricordieux, le Très Miséricordieux.

17 - Le voyage nocturne (Al-Isra)
Au nom d'Allah, le Tout Miséricordieux, le Très Miséricordieux


11. L'homme appelle le mal comme il appelle le bien, car l'homme est très hâtif



VE…EBU ZER EL GİFARİ’NİN ZAMANIN DEVLET ADAMLARINA BAĞIRARAK OKUDUĞU İKİ AYET,
TEVBE SURESİ 34 VE 35…..(GIFARİ İLE İLGİLİ YAZILARIMA DA BAKINIZ)



9-TEVBE

34. Ya eyyühellezine amenu inne kesiram minel ahbari ver ruhbani le ye'külune emvalen nasi bil batıli ve yesuddune an sebılillah vellezıne yeknizunez zehebe vel fiddate ve la yünfikuneha fı sebılillahi fe beşşirhüm bi azabin elim

35. Yevme yuhma aleyha fı nari cehenneme fe tükva biha cibahühüm ve cünubühüm ve zuhuruhüm haza ma keneztüm li enfüsiküm fe zuku ma küntüm teknizun


34. Ey iman edenler! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksız yollarla yiyorlar ve Allah'ın yolundan alıkoyuyorlar. Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele.

35. O gün bunlar cehennem ateşinde kızdırılacak da onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak ve, "İşte bu, kendiniz için biriktirip sakladığınız şeylerdir. Haydi tadın bakalım biriktirip sakladıklarınızı"! denilecek.


QURAN ( ENGLISH ) ( BY A. YUSUF ALİ )
9 - Repentance
34. O ye who believe! there are indeed many among the priests and anchorites, who in falsehood devour the wealth of men and hinder (them) from the Way of Allah. And there are those who hoard gold and silver and spend it not in the Way of Allah: announce unto them a most grievous chastisement-

35. On the Day when it will be heated in the fire of Hell, and with it will be branded their foreheads, their flanks, and their backs.- "This is the (treasure) which ye hoarded for yourselves: taste ye, then, the (treasures) ye buried!"



QURAN ( ENGLISH ) ( BY M.H. SHAKIR )
9 - Repentance


34. O you who believe! most surely many of the doctors of law and the monks eat away the property of men falsely, and turn (them) from Allah's way; and (as for) those who hoard up gold and silver and do not spend it in Allah's way, announce to them a painful chastisement,

35. On the day when it shall be heated in the fire of hell, then their foreheads and their sides and their backs shall be branded with it; this is what you hoarded up for yourselves, therefore taste what you hoarded.


LE SAINT CORAN ( FRENCH )
9 - Le repentir (At-Tawbah)

34. Ô vous qui croyez! Beaucoup de rabbins et de moines dévorent, les biens des gens illégalement et [leur] obstruent le sentier d'Allah. A ceux qui thésaurisent l'or et l'argent et ne les dépensent pas dans le sentier d'Allah, annonce un châtiment douloureux,

35. le jour où (ces trésors) seront portés à l'incandescence dans le feu de l'Enfer et qu'ils en seront cautérisés, front, flancs et dos: voici ce que vous avez thésaurisé pour vous-mêmes. Goûtez de ce que vous thésaurisiez."


VE DİYALOG BAHANESİYLE HUTBELERDEN ÇIKARTILAN,SÖYLEYENLERİN DİYANETÇE TAKİBATA UĞRATILDIĞI BİR AYET…MUHAMMED ESED YORUMUNA DİKKATİNİZİ ÇEKMEK İSTERİM…MAİDE-51




KURAN-I KERİM ( ARAPÇA - LATİN HARFLİ )
5 - MAİDE
Bismillahirrahmanirrahim


5-MAİDE-51

51. Ya eyyühellezıne amenu la tettehızül yehude ven nesara evliya' ba'duhüm evliyaü ba'd ve mey yetevellehüm minküm fe innehu minhüm innellahe la yehdil kavmez zalimın


QURAN ( ENGLISH ) ( BY A. YUSUF ALİ )
5 - The Food
In the name of Allah, Most Gracious, Most Merciful.
51. O ye who believe! take not the Jews and the Christians for your friends and protectors: They are but friends and protectors to each other. And he amongst you that turns to them (for friendship) is of them. Verily Allah guideth not a people unjust.

QURAN ( ENGLISH ) ( BY M.H. SHAKIR )
5 - The Food
In the name of Allah, the Beneficent, the Merciful.
51. O you who believe! do not take the Jews and the Christians for friends; they are friends of each other; and whoever amongst you takes them for a friend, then surely he is one of them; surely Allah does not guide the unjust people.


LE SAINT CORAN ( FRENCH )
5 - La table servie (Al-Maidah)
Au nom d'Allah, le Tout Miséricordieux, le Très Miséricordieux.
51. Ô les croyants! Ne prenez pas pour alliés les Juifs et les Chrétiens; ils sont alliés les uns des autres. Et celui d'entre vous qui les prend pour alliés, devient un des leurs. Allah ne guide certes pas les gens injustes.


Ali Bulaç 51- Ey iman edenler, yahudi ve hristiyanları dostlar (veliler) edinmeyin; onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse, kuşkusuz onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez.
Diyanet Vakfı 51. Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.
Edip Yüksel 5:51 İnananlar, Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudur. Sizden kim onlarla dost olursa onlardan sayılır. ALLAH zalim toplumu doğru yola iletmez.11
Elmalılı Hamdi Yazır 51-Ey iman edenler, yahudilerle hıristiyanları dost edinmeyin! Onlar, birbirlerinin dostlarıdırlar. İçinizden her kim onlara yardaklık ederse, muhakkak o da onlardandır. Allah ise zulmedenleri doğru yola çıkarmaz.
Süleyman Ateş 51. Ey inananlar, yahudileri ve hıristiyanları veliler edinmeyin! Onlar, birbirlerinin velileridir. Sizden kim onları kendine veli yaparsa, o onlardandır. Şüphesiz Allah, zalim toplumu doğru yola iletmez.
Yaşar Nuri Öztürk 51 Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları gönül dostları edinmeyin. Onlar birbirlerinin gönül dostlarıdır. Sizden kim onları gönül dostu edinirse o, onlardandır. Allah, zalimler toplumunu doğruya ve güzele kılavuzlamaz

TÜRKÇE KURAN-I KERİM VE TEFSİRİ ( MUHAMMED ESED )
5 - Maide
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADI
51. SİZ EY imana ermiş olanlar! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin: Onlar yalnızca birbirlerinin dostlarıdır. (72) Ve hanginiz onları dost edinirse kesinlikle onlardan olur: Bilin ki Allah böyle zalimlere (73) doğru yolu göstermez!

72 - Birçok müfessire (mesela Taberî) göre bu iki toplumun her biri gerçek dostluğu yalnızca kendi mensupları için -yani, Yahudiler Yahudiler için ve Hristiyanlar da Hristiyanlar için- kabul ederler ve bu nedenle Kur'an'a tâbi olanlara gerçek bir dostlukla yaklaşmaları beklenemez. Bkz. ayrıca 8:73 ve ilgili not.

73 - Lafzen, "zalim halka": yani, bu konuda bilerek kötülük yapanlara. Burada atıfta bulunulan "dostluğ"un anlamı için bkz. 3:28 ve özellikle 4:139 ve bir müminin gayrimüslimlerin hayat tarzını taklid etmesi veya -Kur'an terminolojisine göre- onlarla "dost olması" durumunda ahlakî kimliğini yitireceği vurgulamasını açıklayan ilgili dipnot. Ancak 60:7-9'da yeterince açıklığa kavuşturulduğu (ve bu surenin 57. ayetinde işaret edildiği) gibi, gayrimüslimler ile "ahlakî dostluğ"un yasaklanması, Müslümanlara karşı iyi niyetli olanlarıyla kurulan normal, dostça ilişkilere karşı bir anlam taşımaz. Unutulmamalıdır ki velî terimi birbirine yakın farklı anlam alanlarına/tonlarına sahiptir: "dost", "arkadaş", "yardımcı", "koruyucu", vb. Hangi terimin -veya hangi terim kombinezonlarının- seçileceği daima hangi bağlamda kullanıldığına bağlıdır.


57. Siz ey imana ermiş olanlar! Eğer gerçek müminler iseniz, inancınızı küçümseyen ve onunla eğlenenleri –bun-lar ister sizden önce vahiy verilenlerden, isterse [bu vahyin] hakikati[ni] inkar edenlerden olsunlar– dost edinmeyin ve Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun:




3-ALİ İMRAN-28
28. MÜMİNLER, müminleri bırakıp hakikati inkara şartlanmış olanları dost edinmesinler (19) -çünkü bunu yapan, Allah ile bütün bağını koparmış olur- kendinizi onlardan korumak için bu yola başvurmanız hariç. (20) Ancak Allah, Kendisine karşı dikkatli olmanızı ihtar eder, çünkü bütün yollar Allah'a varır.

19 - Yani, bu "hakikat inkarcıları"nın çıkarları ile müminlerin çıkarlarının çatıştığı durumlarda (Menâr III, 278). "Dostlar" (evliyâ') teriminin daha geniş kapsamlı anlam îmaları hk. bkz. 4:139 ve ilgili not.

20 - Lafzen, "korkulacak bir şeyden dolayı onlardan korkmanız hali müstesna". Zemahşerî, bu ibareyi, "sakınılması gereken bazı şeyleri yapabileceklerinden korkmanız için yeterli sebep bulunmadıkça" şeklinde açıklar -bu (ayet), "hakikati inkar edenler"in Müslümanlardan daha güçlü olduğu ve bu nedenle, politik yahut ahlakî anlamda kendilerine "dost" olmadıkça Müslümanlara zarar verebilecek konumda bulundukları durumlara işaret etmektedir.

4-NİSA-139
139. Müminleri bırakıp hakikati inkar edenleri dost edinenlere gelince, onlarla şeref kazanacaklarını mı umuyorlar? Unutmayın ki asıl şeref [yalnız] Allah'a aittir. (154)

154 - Bkz. 3:28. Ancak "dostlar" (evliyâ', tekili velî) terimi bu bağlamda sadece politik ittifakları göstermez. Her şeyden daha fazla, bariz olarak, hakikati inkar edenler ile "ahlakî dayanışmaya" işaret eder. Bu da onlar tarafından "onurlandırılma" veya eşit kabul edilme ümidi ile onların hayat tarzlarını müminlerin hayat tarzına tercih etmeyi ifade eder. İnatçı inkarcıların hayat tarzının taklit edilmesi, sahih inancın talep ettiği ahlakî esaslar ile çatıştığından, bu ilkelerin tedricî olarak terk edilmesine yol açar.
6-MÜMTEHİNE-7-9
7. [Ama] belki Allah, [ey müminler,] [şimdi] düşman olarak gördüğünüz kimseler ile sizin aranızda [karşılıklı] bir yakınlık oluşturabilir: çünkü Allah her şeye kâdirdir ve çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır.

8. İnanc[ınız]dan dolayı size karşı savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan sürmeyen [inkarcılara] gelince, Allah onlara nezaketle ve adaletle davranmanızı yasaklamaz: (9) çünkü Allah adil davrananları sever.

9 - "Allah... yasaklamaz" ifadesi, bu bağlamda, olumlu bir tavsiyeye işaret eder (Zemahşerî). Bkz. ayrıca 58:22, not 29.

9. Allah, yalnızca, inanc[ınız]dan dolayı size karşı savaşan ve sizi anayurdunuzdan süren veya [başkalarının] sizi sürmesine yardım edenlere dostlukla yaklaşmanızı yasaklar; ve [içinizden] onlara dostluk gösterenlere gelince, gerçek zalimler işte onlardır!


HZ. MUSA DİLİYLE BEN DE DUA EDİYORUM…..



40-MÜMİN

27. Ve kale musa inni uztü bi rabbi ve rabbiküm min külli mütekebbiril la yü'minü bi yevmil hisab


27. Mûsâ da, "Ben hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığınırım" dedi.



23-MÜMİNUN
93. Kur rabbi imma türiyenni ma yuadun
94. Rabbi fe la tec'alni fil kavmiz zalimin

93, 94. De ki: "Ey Rabbim! Onlara yöneltilen tehditleri bana mutlaka göstereceksen, beni o zalim milletin içinde bulundurma."



81-TEKVİR

27. In huve illa zikrun lil'alemiyne.
28. Limen şae minkum en yestekıyme,.
29. Ve ma teşaune illa en yeşaallahu rabbul'alemiyne.

Diyanet Vakfı 27. O, herkes için, bir öğüttür,
Diyanet Vakfı 28. Sizden doğru yolda gitmek isteyenler için de.
Diyanet Vakfı 29. Alemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz


7-ARAF- 185-.... fe bi eyyi hadisin ba'dehu yü'minun (BAŞKA HANGİ GERÇEK SÖZ-HADİS-E İNANACAKSINIZ)

77-MÜRSELAT -50-Fe bi eyyi hadiysin ba'dehu yü'minune.(BAŞKA HANGİ GERÇEK SÖZ-HADİS-E İNANACAKSINIZ)


rabbena amenna fağfir lena varhamna ve ente hayrur rahimin (23-/109)

ve selamün ala ibadihillezinastafa (27-/59)

sübhane rabbike rabbil izzeti amma yesifun (37-/180) ve selamün alel mürselin (37-/181)

Vel hamdü lillahi rabbil alemin(37-/182)

9 Mayıs 2010 Pazar

BİR HAK YOLCUSU EBU ZER EL GİFARİ VE İZLEYİCİSİ ŞEHİT ALİ ŞERİATİ

İNTERNETTEN ALINTILAR...İZLEMENİZİ ÖNERİRİM


http://www.aliseriati.com/kitaplar.php?Makale_id=140&Kat_id=11


Bir Kez Daha Ebu Zer

Düşmanlarım beni tüm zamanların açlarının çehresinde tek tek görmüyorlarsa çoktan ölmüşlerdir.


Zulüm gecesinin cahiliyyet karanlığında seher bambaşka bir güneşin doğuşuna hazırlanıyordu. Cihan, fırtına öncesi sessizlikte ve tarih büyük bir ayaklanma endişesinde; yeryüzü tanrılarına ve gölgelerine ve ayetlerine karşı:
Gökyüzü tanrıları. Şirk!


İrade gölgesi düşen vicdanların ve adeta namusla ortaya çıkan fıtratların derinliklerinde hayret verici farklılaşmalar meydana geliyordu. Yalnız kalmış ruhlar –ki “Tufan”ı önceden “hisseden” ve gecikmeden topraklarından hicret eden yırtıcı kuşlardaki koku alma özelliği ya da depremden hemen önce ayaklanıp dizginlerini kopararak eğersiz ve bineksiz, sahibinin evini terk edip çöllere düşen uyanık atlardaki esrarengiz içgüdüye sahiplermiş gibi- hissediyorlardı ki “bir şeyler oluyor”, “Büyük şeyler!”

Bazen bir can, bir cihandır ve bazen bir fert, tek başına bir toplum. [1]

Ve Cündeb, Cünede’nin oğlu, bedevi Arap, Gıfarlı; fakir, Mekke’yle Medine arasındaki çölde, Rebeze’de, Kureyş ticaret kervanlarının ve Kabe ziyaretçilerinin yolunun üstündeki kabileye mensup, küstah; gelenek, kanun ve kurallara karşı korkusuz adamlarla birlikte ve nihayet bu düzenin gölgesinde yaşayıp nimet ve emniyetinden faydalananların gözünde kötü şöhretli, laubali, kötü ahlaklı, bozguncu! Ki ahlak burada geleneklere riayet ve kanunlara uymaktır. Ve tüm bunlar tekel ve imtiyaza dönüşen duvarlardır: Hak ve hukuk! Düzen ve güven! Ve tüm bunlar şu adam yoksul toplumun ortasında, çeşit çeşit yemeklerle dolu sofrasında güzelce “Yiyebilsin” diyedir!

Gıfar; kötü şöhretli kabile, yol kesici! Altın ve köle ticaret kervanlarının yol kesicisi. “Haram aylara saygı göstermeyecek kadar laubali”. Bu dört ayda Arabistan’a hakim olan emniyeti bile bozuyorlar, ticaret kervanları –ki bu ziyaret aylarında din himayesinde Bizans, Mekke ve İran arasında hareket ederlerdi- tehlikeli Rebeze’den geçerler. [2] Yine de tuzak kurdukları yerden onlara saldıran Gıfar’ın kılıçlarıyla karşılaşırlar.

Gıfarlılar, ticaret kervanlarının yolu üstündeki bu günahkâr yoksullar dilencilik yapmak yerine efendilere kılıç çekiyorlar!

Cünade’nin oğlu bunlardan birisidir ki, sonraları “Ebuzer” olacaktır.
“Evinde ekmeği olmayan yoksulun eline kılıcı alıp bütün halka karşı ayaklanmamasına şaşıyorum!” [3]
Cünade’nin oğlu Cündeb, bütün Gıfarlılar gibi biliyor ki, zulüm sistemindeki tüm kanunlar, kararlar, gelenek, ahlak, düzen ve emniyet zulmün bekçisidir ve onlara uymak cehl’dir. Ama o bir adımı –son adımı- hepsinden önce attı. Anladı ki, burada hakim din de aynı rolü oynuyor ve ona itaat, küfürdür!

Ve put! Nedir bu? Kabilenin “Menat’ı –Gıfar’ın putu- ziyarete gittiği ve Gıfar’ı ölümle tehdit eden kuraklıktan kurtulmak amacıyla heyecan, sevinç, coşku, dua, ibadet, adak ve ricayla yağmur istedikleri gece o içinin derinliklerinde kutsal bir şüphe ışıltısı hissediyordu. Ve bu ışıltı derin düşüncelerini daha da alevlendiriyordu. Sonunda kabilesi uykuya daldıktan sonra çölü ve gökyüzünü kaplayan esrarengiz sessizlikte yavaşça kalktı, bir taş alıp şüphe ve inanç arasında tereddütle ve titreyerek Menat’ın yanına geldi. Bir an zamanının ilahının gözlerine hayretle baktı. Bakışsız iki göz dışında bir şey bulamadı. Bütün öfke ve nefretiyle elindeki taşı bu cehalet ve zulmün yonttuğu Tanrı’ya fırlattı.

Taşın taşa çarpmasından çıkan bir ses ve... başka hiçbir şey!

Döndü. Mutlak olana doğru kurtuluş, adeta yüzyıllardır kendisini bağlayan zincirlerden özgürleşme. Ansızın sanki yaratılıştan beridir tek ve meçhul içinde hapsolonduğu derin bir kuyu ve dar ve karanlık bir mağaradan çıkmış gibi oldu. Çöle baktı, sonsuz uzunluk, uzak ve geniş ufuklar ve gökyüzü! Heybetli, güzel, derin ve esrarengiz!.. Sanki bütün bunları ilk kez görüyor ve görebiliyor.

İman ve yakinden kurtulmuştu. Ve şimdi yavaş yavaş iman ve yakinin yeni sınırına varıyordu. Apaçık, büyük, derin, bilinçli ve kendi seçtiği şey!

Anbean artan düşünce yağmurları altında, içindeki karanlık, kurak ve yakıcı çölde çeşmelerin akıverdiğini hissediyordu. Ve şimdi, “Suyun ayak sesleri!” Her an arttıkça artıyor, yükseldikçe yükseliyor ve tüm benliğini kaplıyordu. Onunla doluyordu. Bir doğumun sancısı ve şevkinde yeryüzünde yalnız, çöldeki tek gölge, geceleyin gökyüzünün altında çölün konuşması! Tüm vücudu “O”na sesleniyor! Ansızın toprağa eğildi, secdeye vardı ve eski karanlık inançların aydınlanma sesi. Ağlayış!

Ve bu Ebuzer’in ilk namazıydı:


“Ben Allah Resulü’nü görmeden üç yıl önce namaz kılmaya başladım.”

- Hangi tarafa yöneliyordun?

- Allah’ın beni çevirdiği yöne!


Üç yıl sonra Mekke’de bir adamın ortaya çıktığını, bu adamın halkın dinini küçümsediğini, kavminin kutsallarını yok saydığını, Kabe’deki tüm putları zavallı ve budala taşlar olarak adlandırdığını ve sadece bir olan Allah’a çağırdığını duydu!

Gıfar’dan geçen yolcular bu haberi Arapların din ve ahlakı için bir facia olarak telakki ediyor, alay ve nefret dolu sözlerle ondan bahsediyorlardı. Ancak Cündeb bu sözler arasında kendi kaybettiklerini buluyordu ve biliyordu ki bu taşa tapanların –ki şirk dolu cahili hurafeler kendini put kırıcı İbrahim’e dayandırıyordu- mahkum ettikleri, küfür saydıkları ve toplumsal ayrılıkların, inançsal gevşekliklerin, gençlerdeki fikirsel bozulmaların, aşağı halk tabakasındaki küstahlaşmanın, ahlaki ve imani temellerdeki sarsılmaların, çocuklarla anne-babaları arasındaki ayrılıkların sebebi olarak gördükleri; büyük dini şahsiyetlerin aşağılanması, eskilere saygının ortadan kalkması, efsanelerin ve ecdadın geleneklerinin yok olması... Tüm bunlar kurtarıcı bir devrimin apaçık göstergeleri ve ilahi hakikatin sağlam belirtileridir. Cündeb –ki dar sosyal gelenek kalıplarına sığmayan ve hareket, değişim kabiliyeti, ilerleme ve seçme yeteneğine sahip ruhlardandı- “bir şeyler olduğunu”, ümmi ruhu ve özgür düşüncesinin çölün derin yalnızlıklarında aradığının da bizzat bu şey olduğunu hissediyordu.

Bu “haber”e karşı tarafsız kalmadı. Sorumluluk, onu araştırmaya ve inanç ve yargısını kin sahibi seçkinlerin üretip alt tabakadaki avama sundukları “şayialar”, “propagandalar” ve “mütevatir yalan, töhmet ve hileler”den yola çıkarak oluşturmamaya yöneltti. Kendisi araştıracaktı. İnsanların yargıları şahsiyetlerinin en önemli belirtisidir çünkü. Bir kişi, fikir, eser, hareket ve gerçek aleyhinde yargılarını “nakil” üzerinden yapıp bütün fikirlerinin kaynağını efendi şahsın dediklerinden oluşturanlar, bir gerçeği cahilce ve adil olmadan mahkum etmekten öte kendilerini otoritenin, hurafeci efendilerin, açık ve gizli propaganda düzenlerinin kölelik fikrine mahkum etmişler ve göstermişlerdir ki, “düşman”ın sipariş ettiği, “münafık”ın kurduğu, “demagog”un yaydığı ve “avam”ın kabul ettiği şayia, töhmet ve yalanlara karşı aciz geviş getiricilerdir! Ama Cünade’nin oğlu, kardeşi Üneys’i, yalancılık, cinlenmek, sihirbazlık, şairlik ve küfürle itham edilen ve aynı zamanda “Beytullah’ın” saygısını yok etmek, toplumun birliğini bozmak ve aile içindeki farklılıkları düşmanlığa çevirmek için geldiğini söyledikleri bu adamı yakından görmesi, sözlerini dinlemesi ve mesajını anlayarak kendisine iletmesi için Mekke’ye gönderdi.

Üneys Mekke’ye geldi. Adamı bulamadı. Kimse bu yabancıya ondan bir iz sunmadı. Ümitsizce Mekke’de dolaşıyor, bu adam hakkında küfür, kin ve nefret dolu sözler dışında bir şey duymuyordu. Her yer, Mescit ve Pazar ve herkes, özellikle de “saygın adamlar”, “muteber şahsiyetler”, “dini ve dünyevi büyükler” ve yine mü’min ve mutaassıp dindarlar –İbrahimî sünnete inananlar ve İbrahim’in evi!- onun hakkında benzer şeyler söylüyorlardı. Şayialar “mütevatir” derecesine ulaşmıştı.

“O delidir, efsunlanmıştır, sözlerinin cazibesi vahyi cazibe değil, sihirdir. Gerçeğin güzelliği değil, şiirdir. Söylediklerini Cebrail’den öğrenmiyor, kendisine ait şeyler de değil. Yabancı bir bilgin ona öğretiyor. Hıristiyan bir rahipten ve İranlı bir bilginden alıyor sözlerini. O İbrahim ümmetine gelen bir beladır. Mescidin hürmetini, Allah evinin kutsiyetini, hac geleneğini, tanrılara tapmayı, ahlakın asaletini, ailelerin şerefini ve geçmiştekilerin tüm değerlerini yok etmek istiyor!”

Ansızın Mekke’nin dar sokaklarında, bir köşede toplanmış kalabalık bir topluluk gördü. Hemen oraya yöneldi. Aydınlık siması, insanın içinin derinliklerine ulaşan bakışları, geniş alnı, orta boyu, saldırgan ama aynı zamanda ilham verici, mülayim, şefkatli yapısı, tutkulu, merdane, kat’i, kendinden emin; ama aynı zamanda tatlı ve latif sesi, derin, tatlı, şiirden güzel, korku ve ümit dolu konuşmasıyla yalnız bir adam.

Üneys karşısında dikildi. Sözlerini mi dinleseydi? Söylediklerinin cazibesine mi kapılsaydı? Yoksa yapısı, bakışı, davranışı ve söylevindeki güzellik ve letafeti mi seyretseydi?

Henüz adamı görmekten kaynaklanan perişanlığı geçmemişti ki, bir grup çıkageldi. Yaygara kopardılar. Sözlerini dinleyip cevap verme ihtiyacı duymadan adama küfürler, önceden hazırlanmış ithamlar savurdular. Bu “aydınlatıcı mesaj” ve “Risalet Devrimi”nin ellerinden alacağı hiçbir şeyleri olmayan mahrum halk tabakası da onlarla birlikteydi. “Cehalet”, kendileri de hakim düzenin mahkumları ve mevcut durumun kurbanları olan bu insanları “zulüm” sistemini kuran ve zindanlarının bekçileri olan “kinliler”in onlardan isteği üzerine vahşi ve çirkince bağırıp “Yalnız peygamber”i kovmalarını ya da küfür ederek ondan uzaklaşmalarını sağlıyordu. Ve “O” gökyüzünün sükuneti gibi sükunete ve dağ gibi sabır ve vakara sahipti. [Ki Hira dağından gelmiş ve gökten mesaj getirmişti]. Düşmanca darbeler ve kapkara cahiliyyet nazik ve şefkatli simasına hiçbir etkide bulunmuyor, oradan oraya gidip mesajını tekrarlıyordu. Ve yine dinlemeksizin ve anlamaksızın küfür, itham, yine ihanet ve aşağılama ve yine başka bir köşede konuşmaya başlama! Şehrin her köşesine gidiyordu. Sokak, pazar, meclis ve mescit. Her yerde “halkın karşısına” çıkıyordu ve her yerde “halkın yolunun üstüne” dikiliyordu. Verdikleri cevaplara aldırmadan, onları korkutuyor ve ümitlendiriyordu. Tehlikeyi haber veriyor, kurtuluş yolunu gösteriyordu. Mesajı olduğunu, risaleti olduğunu söylüyordu. “Dik kafalıları değil, dik başlıları seven”
Allah ona seslenmişti:


“Ey ferdi yaşamın kilimine bürünen! Ey elbisesine örtünen! Ey kendinin dar “olmak” ve “yaşamak” surlarında mahsur kalan! Ayağa kalk, cahiliyyenin huzurunda ve zulmün güveninde uykuya dalan ve kurdun çobanlığında yoksulluk ve zillet otlanan halkı uyar! Ey Peygamber çoban! Çöldeki koyunları özgürleştir ki, Allah şehrinde insanları koyunlaştırmışlar! İbrahim’in Rabb'inin tüm melekleri huzurunda secde ettirdiği insanı şimdi İbrahim’in evinde şeytan taşlarının ayakları önünde –ki sınıfların hamisidirler- toprağa secde ettiriyorlar!


Pis eşrafın şerefsizler ve şuursuzlarla el ele verip onu susturmak, “söylememesi” için kopardıkları töhmet, hakaret ve tehdit fırtınasında o söylüyordu. Çünkü “Ezilenlerin Rabb'i, ‘Söyle!’ demişti! De ki: “Yeryüzünün çaresiz bırakılmışlarını önderler ve varisler kılmak istedik!”

Üneys adamı görüyor, takip ediyor ve sözlerini dinliyordu. Hayret verici varlığını düşünüyordu. Adamın bedenindeki hayret vericilik, varlığının ağırlığı, davranışlarındaki cazibe ve güzellik onu o kadar etkilemişti ki, dinlemekten çok izledi. Tüm o sıkıntıda tüm o nezaket, tüm o sağlamlıkta, tüm o güzellik, tüm o dayanılmazlıkta, tüm o sükunet, tüm o karmaşada, tüm o sadelik, tüm o isyanda, tüm o kulluk, tüm o eziyette, tüm o şevk, tüm o zayıflıkta, tüm o güç, tüm o cesarette, tüm o hayâ, tüm o heyecanda, tüm o huzur, tüm o kararsızlıkta, tüm o sabır, tüm o heybette, tüm o huşû, tüm o değerlilik, mantık, uyanıklık, ciddiyet, yiğitlik ve akılda, tüm o aşk, ilham, şefkat, zerafet, güzellik, his ve yürek ve nihayet tüm o göksellik ve tüm bu yeryüzülülük, tüm o Allahperestlik ve tüm bu halkı düşünmek ve ne söyleyeyim? Tüm bu güven ve tüm bu... Ve yapayalnız!

Üneys gördüklerinden öyle bir hale gelmişti ki, adamın söylediklerini duymadı ya da duydu; ancak sözlerdeki hayretvericilik ve sesindeki mucize onun anlayışını –ki ilk kez Allah sözünü duyuyordu- öyle bir etkiledi ki, anlamını kavrayacak hal kalmadı. Üneys –Cündeb’in kardeşi- adamın ne dediğini “anlamadı”; ama keskin yetenek ve “bedeni ruh” ve “fıtri insanın” -ki onda “mantık” hâlâ “vicdanın” yerini tutmamıştır- temiz fıtratında bu adamın bir “olay” olduğunu anladı. Bu söylediklerinin başka bir alemden geldiği “kokusunu” aldı. Hakikati anlamadı, sözlerin mânâsını derk etmedi ve adamı tanımadı; ancak vahyin kokusu, hakikatin tadı ve imanın açıklanamaz sıcaklığını hissetti.

Ve Ebuzer çölde, halsiz ve gözleri Mekke yolunda.

- Üneys! Kardeşim! Onu gördün mü? Söylediklerini duydun mu? Ne söylüyordu? Kimdi?

- Yalnız bir adamdı. Kavmi ona karşı öfkeli ve kindar, o ise sabırlı ve şefkatliydi. Bir topluluk onu kovunca ya da küfür ve hakaretle terk edince, başka bir topluluğa yöneliyor ve yeniden konuşmaya başlıyordu.

- Söyle Üneys! Ne diyordu? Neye davet ediyor?

- Vallahi ne yaptımsa, söylediklerini anlayamadım; ancak sözleri tüm benliğimi kapsayacak tatlılıktaydı.

Ebuzer’in mesajı aramaktaki gayesi alimane bir merak ya da entelektüel bir çabadan kaynaklanmıyordu. Halsiz ve susamıştı. Üneys o çeşmeden kendisine bir damla bile getirmemişti. Ebuzer hemen kalktı ve yol için hiçbir hesap ve hazırlık yapmadan Gıfar’dan Mekke’ye giden uzun yola koyuldu. Yol boyunca yolcu, yolculuk, yol ve son durak, hepsi “o”ydu.

O gidiyordu ve iman geliyordu! Evet, iman böyle gelir. Mekke’ye vardı. “Gıfar” kabilesinden bir adam, kervan sahibi ve zengin Kureyşliler arasında! Bu şehirde adının söylenmesinin bile suç olduğu bir adamı arıyordu. Bütün gün Mekke’nin derelerinde, pazarında ve mescidi haramda dolaştı. Bulamadı. Gece Mescidi harama geldi. Yalnız ve aç. Her gece eve gitmeden önce mescide gelip tavaf eden Ali, onu toprak üstünde yatarken buldu.

- Sanırım yabancı biri!

Onu evine götürdü ve hiç konuşmadan orada uyudu!

Kader ne planlar kuruyor! Bu, Peygamber’in evidir. Ali o esnada daha çocuktur ve Muhammed’in evinde yaşamaktadır. Ebuzer’in kaderini tayin eden ve onu ilk kez çölden İslam’a getiren bu yolculuktaki ilk karşılaşmalar böyledir. Mekke’de onunla ilk kez konuşan kişi Ali’dir, uyuduğu ilk yer Muhammed’in evidir ve onu şehirdeki gurbet ve yalnızlıktan Peygamber’in evine götüren yine Ali. Ve bu ilk karşılaşma ve olaylar Ebuzer’in tüm yaşamını şekillendirir ve ölümüne kadar tüm varlığıyla onda kalır.

Sabah Muhammed’i aramak için Muhammed’in evinden çıkar, akşama kadar dolaşır, akşam Ali yine tavafa gelir ve yine onu eve götürür ve yine sonraki sabah ve yine sonraki akşam. Bu kez –üçüncü gece- Ali ona kısa bir soru sorar: “Adamın adını ve bu şehre niye geldiğinin sebebini söyleme zamanı gelmedi mi?” Ebuzer dikkatle sırrını Ali’ye açar: “Duyduğuma göre bu şehirde bir adam çıkmış ve...” şevk ve mutluluk dolu bir tebessüm ışıltısı Ali’nin genç çehresini aydınlatır. Dostça ve samimi bir şekilde onunla Muhammed hakkında konuşur ve şöyle der: “Bu gece seni onun gizlendiği yere götüreceğim. Ben önden gideceğim, belli bir mesafeyle beni takip et. Eğer bir casus görürsem, duvarın kenarına gidip ayakkabı bağlarımı bağlar gibi yaparım, böylece sen olayı anlarsın. Sen beni tanımıyormuş gibi yoluna devam edersin, ben sana yetişirim.”

Peygamber’in zor günleridir. Şehir tek parça tehlike ve düşmanlar bir cephe ve dostlar? Sadece üç kişi! Ve bu gece İslam, dördüncü nefere kavuşacak!

Muhammed, Safa tepesi eteklerinde Erkam’ın evindedir.

Gecenin ürkütücü karanlığında, Ebu Talib’in genç oğlu önde ve Gıfarlı Cünade’nin oğlu arkada, Safa’ya çıkıyorlar, Muhammed’e doğru! Bu manzara sanki çok yakında başlayacak kaderlerinin güzel bir sahnesidir.

Ebuzer an be an yaklaşmaktadır. An be an iman ve yakin onu fethetmiştir. O peygamberlik iddiasında bulunan adamı görmeye, tanıyıp sınamaya gitmiyor, kalbinin aşkı ve imanının muradıyla görüşmesi var. Ve şimdi Erkam’ın evine birkaç adım var. Ne zor anlar! Görüşmenin ilk anına tahammül zordur. Aşk Ebuzer’i avlamıştır. Cünade’nin oğlu “o”nunla doludur. Artık onda Muhammed, kendisinden çoktur. Cündeb’in zihninde Cünade’nin oğlundan uzak ve unutulmuş hatıralardan başka bir şey yoktur. Gönlü güçlü bir anlam dünyasındadır. Tanıdık bir koku her lahza keskinleşiyor, Muhammed’in varlığının ağırlığını şu anda tüm varlığında hissediyor. Muhammed’in varlığı Safa tepesini doldurmuştur. Cündeb Muhammed’in kim olduğunu ve ne söylediğini biliyor, ama... O nasıl biri? Siması? Endamı? Konuşması? Vücudu? Ona nasıl baksın? Onunla nasıl konuşabilsin? Ona ne desin? Ne bulacak? Ne olacak?

-
Selamun aleykum!

- Ve aleyke selam ve rahmetullah.

Ve bu İslam’da verilen ilk selamdı.


Bu görüşmenin ne kadar sürdüğünü bilmiyoruz. Tarih söyleseydi bile bilemezdik. Böyle durumlarda zaman işlemez. Bildiğimiz şey, Cünade’nin oğlu Erkam’ın evine girdi ve orada kayboldu. O andan sonra asla izine rastlanmadı. Erkam’ın evinden çıkmadı. Cündeb b. Cünade gitti ve ansızın Kabe’nin kenarında, Safa tepesinde vahiy sığınağından doğan İslam ufku, parlak bir çehre doğdu. Bir an duraksadı. Yangınını çölün ateşinden aldığı iki gözünü aceleyle Mekke vadisini kuşatan dağlarda gezdirip Kabe’deki putlara dikti. Şeytani tekelcilerin “hizmetçi yontucular” için düzenledikleri budala heykeller! Ebuzer ilk kez böyle görüyor ve hayret ve öfkeyle kendi kendine soruyor: Bu üç yüz otuz bilmem kaç şirk putu İbrahim’in tevhid evinde ne arıyor?

Aceleyle Safa’dan aşağı indi. Tek, erimiş, kararlı ve muhacir. Sanki ilk gece vahyin aleviyle yanmış, mağaradan çıkıp Hira’dan inen Muhammed gibiydi. Adeta dağdan yuvarlanıp Mekke vadisine şirk, nifak, zillet ve uykunun üstüne düşen kaya gibiydi.

İslam henüz Erkam’ın evinde gizlidir. İslam’ın tüm dünyası bu evdir ve ümmet Ebuzer’in gelmesiyle dörde ulaşmıştır. Mücadeleye takiyye şartları hakimdir. Ona geç kalmadan Mekke’yi terk edip Gıffar’a dönmesi ve gelecek emirleri beklemesi söylenmiştir. Ancak bu “çöl çocuğu”nun sinesinin bu ateşi içinde saklama gücü yoktur. Ebuzer –ki uzun ve ince endamı iman mabedinin minaresiydi ki bir feryatlık gırtlaktan başka bir şey değildi ve adeta yanık kalbindeki isyancı bir coşkuyla Ebuzer olmuştu- takiyye ehli değildir, isyancı ruha sahiptir. Yapmasını istedikleri şey güç isterdi; ama o bu güce sahip değildi ve “Allah hiçbir nefse kaldıramayacağı bir yük yüklemez.”

Kabe’nin karşısında, büyük putların önünde ve “Daru Nedve”nin –Kureyş Senatosu- yanında dikilerek tevhidi haykırır, Muhammed’in peygamberliğine imanını ilan eder ve putların kendi elleriyle yaptıkları budala taşlar olduğunu açıklar.


Bu, İslam’ın ilk haykırışı ve bir Müslüman’ın şirke ilk saldırısıydı! Şirkin cevabı netti; ölüm!
Diğerlerine ibret olacak bir ölüm! İlk haykırışı gerçekleştiren bu gırtlak kesilmeliydi. Hemen başına üşüştüler. Başına, yüzüne, göğsüne ve karnına o kadar vurdular ki, küfür dolu haykırışını kestiler. Abbas yetişti. Peygamber’in amcası Abbas tefeciydi ve Kureyş’in eşrafı ve şirkin zenginleriyle aynı sınıftandı. Onları uyardı. Bu adam Gıfarlıdır! Eğer onu öldürürseniz Gıfar’ın kılıçları kervanlarınızdan intikam alacaktır!
Din ve dünyaları arasında seçim yapmak zorundaydılar. İlah mı, yoksa altın mı? Aşk kıblesi mi, para kafilesi mi? Hangisi?
Hemen geri çekildiler. Ebuzer, ellerindeki esire korkuyla bakan topluluğun oluşturduğu dairenin ortasında kandan bir heykel gibiydi. Zorlukla doğrulmaya çalıştı. Etrafındaki dairenin çapı daha da genişledi. Ayağa kalktı. İki ayağı üstüne dikildi. Topluluk birbirine yaklaştı. Sanki birbirlerine sığınıyorlardı. Zorbalığın imandan çekindiği yer burasıdır. O bir çehredir ve bunlar çehresiz. “Şahsiyetsiz”, hepsi tek renk, tüm tonlar siyah ve hepsi “Hüviyet”siz, “kelle”den ibaret çokluk ve karşılarında bir insan, bir “şahıs”, imanın kendisine anlam, mahiyet, amaç, yön, hücum, hayret edilecek güç ve yenilme bilmez bir harikuladelik verdiği kişi.

Yola koyulup zemzem suyunun önüne geldi. Yaralarını yıkayıp kanını temizledi. Sonraki gün yine geldi, yine ölüme yaklaştı, yine Abbas yetişip onun Gıfarlı olduğunu söyledi ve sonraki gün tekrar...

Sonunda Peygamber Ebuzer’in canından endişe duyduğu için bu yerinde durmaz isyancıyı şehirden ve tehlikeden uzaklaştırıp Gıfar’a davetle görevlendirdi.

Ebuzer, ailesini ve yavaş yavaş tüm kabilesini İslam’a getirdi. Ebuzer Gıfar’dayken Müslümanlar Mekke’de mücadelenin zorlu dönemlerini yaşadılar, hicret ettiler, fert yetiştirme merhalesinden sosyal düzen oluşturma merhalesine geçtiler ve neticede savaşlar başladı.

Bu noktada Ebuzer sahnede olması gerektiğini hisseder. Medine’ye gelir. İşi ve yeri olmadığı için Peygamber mescidinde –ki o günlerde halkın evi olmuştur- kalır ve “Ashab-ı Suffa”den olur. Yaşamayı fedakarlık olarak algılar. Hareketin hizmetinde barış zamanı düşünce, ilim ve ibadet, savaş zamanı da savaş!

İslam, Peygamber’in önderliğinde Ebuzer’in bütün insani ihtiyaç ve sosyal arzularını doyurur. İslam “Tevhid” esasına göre mücadeleyi başlatmıştır ki, bir safta: Allah ve eşitlik, din ve ekmek, aşk ve güç ve diğer safta: Tağut ve ayrıcalık, küfür ve açlık, zayıflık ve zillete ihtiyaç duyan bir din. İslam ilk kez, “ya Huda ya hurma” sloganını halkın imanı haline getirerek Tanrı’yı halka, hurmayı kendilerine ayırıp yoksulluğu ilahi kutsallık olarak gösteren yağmacı zalimlerin efsanesine son verdi. Bu insanlık karşıtı ortamda dosdoğru bir devrim gerçekleştirdi ve şöyle dedi:
Yoksulluk küfürdür. Geçimi olmayanın ahireti yoktur,
Allah’ın fazlı yüksek ganimet, iyilik ve hayır, maddi yaşamdır ve
“Ekmek Allahperestliğin temelidir.”
Bir toplumda fakirlik, zillet ve zayıflığın tüm bu din, maneviyat, takvayla birlikte olması yalandır! Bu yüzdendir ki Ebuzer’in Peygamber’i “Silahlı Peygamber”dir. Çünkü onun tevhidi zihni, ruhi ve ferdi bir felsefe değildir. Ayrım kabul etmez. Irkların ve sınıfların vahdetinin senedidir ve “Adalet” [herkese hakkına göre] –ki tevhidin zorunlu parçasıdır- sadece “söz”le gerçekleşmez, “mesaj”, “kılıç”la anlaşmalı olmalıdır.

Bu yüzdendir ki, Ebuzer de ferdi, maddi yaşamı bırakır ve ekonomik eşitliği sağlamak ve halkın yaşamı için “İslam zühdü” ve “Ali’nin zühdü” –İsa’nın ve Buda’nın sufice zühdü değil- olan “Devrimci zühdü” seçer. Gerçi diğerlerinin açlığıyla savaşanın kendi açlığını göze alması ve toplumu özgürleştirebilecek kişinin kendi özgürlüğünden vazgeçmesi gerekir. Bu yüzdendir ki, bu devrimci
din “Hem Tanrı hem ekmek” diniydi.


Din “zayıflık, ruhbanlık, mahrumiyet, çaresizlik ve insanın tabiattaki ahiretzedeliği değil”,“İnsanın tabiatta ilahileştirilmesidir”. “İnsanın maddi dünyada Allah’ın halifesi olması!”, önderleri, hepsinin başında Peygamber’i, hepsi mescitte –Allah’ın/halkın evi- yaşıyorlardı! Muhammed, Ali ve Ashab-ı Suffa. Selmanlar ve Ebuzerler!...
Ve Ebuzer kendini mescidin bir köşesindeki sedirde buluyordu. Peygamber’in en samimi dostlarından biri olmuştu. “Ne zaman bir toplulukta görünmese onu soruyordu, orada olduğunda yüzünü ona çevirip konuşuyordu”. Zorluk ordusunun peygamberin komutasında kuzeyin yakıcı çölünü geçip Roma sınırına ulaşması gereken Tebük savaşında Ebuzer arkada kaldı. Zayıf devesi yürüyemiyordu. Deveyi ateş yağmuru altında bıraktı ve tek başına yola düştü! Bir köşede su buldu. Suyu “Kendisi de şüphesiz çölün sıcağında susuzluktan zorlanan dostuna” ulaştırmak için aldı. Peygamber ve mücahitler yakıcı çölün derinliklerinden belirsiz bir noktanın yaklaştığını gördüler. Yavaş yavaş bir insan olduğunu anladılar. Kim olabilir? Böyle çölde tek başına? Peygamber arzu dolu şevkle haykırdı: “Keşke Ebuzer olsa!” Bir müddet geçti, Ebuzer’di. Mücahitlere yetişince susuzluk ve yorgunluktan düşüverdi:


- “Ebuzer, yanında suyun var; ama sen susuzsun, öyle mi?”

- Düşündüm ki, böyle bir çölde ve böyle bir güneşte siz...

- “Allah Ebuzer’i bağışlasın, yalnız yol alır, yalnız ölür ve yalnız haşrolunur!”

Bu günler geçti ve Peygamber göçtü! Ansızın “Set çekilmiş rüzgarlar her yerden aştılar” ve bu devrimin cisimleşmişi Ali, adaletin dinden yine ayrılacağının ve halkın sahneden çekilmesinin, dinin yine havas, ruhaniyet, seçkinler ve hakimlerin tekeline girdiğinin nişanesi olarak evine çekildi. Bu yüzdendir ki, Ali ve takipçileri; çölden bir adam olan Ebuzer, işsiz, kimsesiz, Habeşli bir köle olan Bilal, Acemli hür olmuş eski bir köle Selman, Yunanistan’dan gelmiş bir gariban Suheyb, siyah bir köle olan bir anne ve yoksul hurma satıcısı güneyli Arap bir babadan olan Ammar... Ki İslam devriminin önderinin aciz yakınlarıydılar, sahneden çekildiler ve “Büyük sahabeler”, Abdurrahman b. Avf, Sad b. Ebi Vakkas, Halid b. Velid, Talha, Zübeyr, Ebubekir, Ömer ve Osman ki hepsi cahiliye döneminde de eşraftandılar, hareketin önderliğini ele geçirdiler, topluma hükmetmeye başladılar ve siyasi bir grup oluşturdular.

İslam’ın bu apansız ve şiddetli “sağa” kayması –ki Sakife’de darbe benzeri seçimle başladı- Ebubekir zamanında sadece siyasi yöne sahipti. Ömer zamanında ekonomik yönünü sınıfçılıkla birlikte Müslümanlara devlet hukuku olarak gösterdi. Hatta Peygamber’in hanımları bile ikiye ayrıldı: Hür ve cariye! Ki Peyamber’in hür hanımları itiraz etti ve ayrıcalık kabul etmediler. Osman döneminde bu kayma zirveye ulaştı.
Toplumda sınıflar oluştu ve seçkinler mutlak hakimler oldular.
Ekonomik kaynaklar, savaş ganimetleri ve İran Maveraünnehrinden Afrika’nın kuzeyine kadar sayısız siyasi ve idari tebaayı Medine rejiminin emrine veren İslam’ın Doğu’da ve Batı’daki fetihleri Peygamber’in ashabı, mücahitler, muhacirler ve Ensar’ı inanan devrimci partizanlardan siyasetçi ve güç ve servet adamlarına çevirdi. Ve genel olarak yoksul zahit ve mücahit olanlardan bir “hakim tabaka” oluşturdu. Milyonlarca Müslüman ve kafirden fakir Medine’ye akan savaş ganimeti, zekat ve cizye şeklinde fakir para seli yeni bir “burjuvazi tabakası” meydana getirdi. Sadece İslami Medine, Müslüman ümmet ve Uhud ve Bedir savaşları mücahitlerini değil, İslam’ın muhtevasını, sosyal boyutunu ve nihayet dini görüşü değiştirdi. İslam’ı devrimci “ideoloji”den devlet dinine çevirdi. Sakife’de başlayan bu sağa kayma, çeyrek asırdan kısa bir sürede [Ali’nin evine çekildiği çeyrek asır. Ki siyasi zorlamalar onu İslam tarihinin oluştuğu bu yıllarda çiftçilik yapmaya ya da evinde Kur’an’ı tedvin etmeye mecbur kılmıştı –ki o da tehlike altındaydı.]
öyle bir noktaya vardı ki, İslam’ın fikri ve siyasi temsilcileri şunlardı: Muaviye, Peygamber’in sürgün ettiği Mervan bin Hakem ve
Kab’ul Ahbar ki yeni Müslüman olmuş yahudi din adamıydı ve şimdi Müslüman din adamı olmuştu. Peygamber’in halifesi –Osman- Kur’an’ın tefsirini ondan soruyor, Ali ve Ebuzer’in tefsirini doğru kabul etmiyordu!
Osman, İran Hüsrevi ve Roma Kayserinin yönetim sistemlerini örnek aldığı yeni siyasi ve ekonomik sistemini hoş göstermek için riyakârane davranışlar da sergilemiyordu. Belki bunun nedeni böyle bir davranışın o günlerde etkisinin olmayacağıdır. Çünkü hem halk, İslam rejiminin nasıl olduğunu gözleriyle görmüştü, hem de Osman’ın sarayı İslami bir süs verilemeyecek kadar yüzsüzdü.

Osman, İslam’da “ilk kez” ortaya çıkan bidatlerin eksik fihristidir. İlk kez lider ünvanıyla sarayda oturuyor, ilk kez resmi muhafız alayı oluşturuyor, ilk kez özel meclis oluşturuyor, ilk kez kapıcı kullanıyor, ilk kez sıradan halk yığınlarıyla halife ilişkilerinde aracı kullanılıyor, ilk kez Beytül Mal halifenin emrine veriliyor, Beytül Mal’ın bekçisi mescide gidip Beytül Mal’ın sahibi olan halka, halife karıştığı için kilidi size verip istifa ediyorum, istediğinizi yapın diyor, ilk kez siyasi tutuklu ortaya çıkıyor, ilk kez bir Müslüman halifenin yöntem ve davranışlarına karşı çıktığı için takibata uğruyor, ilk kez siyasi sürgün yaşanıyor, ilk kez bir kişi devlet tarafından işkence görüyor [Abdullah b. Mesut], ilk kez Kur’an siyasi demogoji aracı oluyor, ilk kez hükümdar halkın kaderini ele alıyor, yasal ve İslami sorumluluktan muaf tutuluyor, ilk kez ırk ve akrabalık bağı siyasal ve toplumsal ilerleme aracı oluyor, ilk kez tekelcilik siyasi arenada halifeye bağlanıyor, bir makama gelmek için gereken takva ve İslam yerini yakınlık ve siyasete bırakıyor, ilk kez sınıf sömürüsü, ayrımcılık sermayecilik [hazine], seçkinlik, cahili değerler, kabileci ruh, yaş, servet, ırk, şahsiyetperestlik ve kabilecilik, İslami kardeşlik, manevi değerler ve toplumsal eşitliğin önüne geçiyor, ekonomik ayrıcalık; takva, cihad geçmişi, Peygamber’e yakınlık, Kur’an’a vukufiyet ve kişisel liyakatten önemli oluyor, “Hükümet” [Başkanlık] ruhu “İmamet” [Önderlik] ruhuna tercih ediliyor, “Muhafazakâr sistem”, “Devrimci harekete”, “Dini, insani ve ekonomik tekelcilik”, “Halkçılık, eşitlik ve İslami özgürlüğe” –ki İslam’da sıradan bir insan bile toplumun siyasi kaderinde aynı ölçüde sorumluluk sahibiydi-, halifenin şahsı ve aynı ölçüde büyük ashab ve tam anlamıyla maslahatçılık, hakikatperestliğe, siyaset mücadeleye, İslami slogan İslami hakikate, büyük ashab mü’minlere, sınıf ümmete, dar’ul hilafe mescide, kabileci eşrafiyet insani şerafete, eski cahiliye yeni devrime, bidat sünnete ve hülasa Ebu Süfyan’ın ehli beyti Muhammed’in ehli beytine galebe çaldı ve neticede Ali silahsızlandırıldı! Ve Ebuzer! Ali’nin, Ebubekir’in seçiminde ve Ömer’in tayininde yenilmesine üzüntüyle tahammül etti. Şimdi her şey bambaşka bir mecraya kaymıştır. Zorbalık, altın ve hile Peygamber’in hilafeti kılıfında ve tevhidin güzelliğinin arkasına sığınarak halkın –ki daima bu uğursuz teslisin kurbanı olagelmişlerdir- karşısına dikilmişti. Ebuzer artık sessiz kalamazdı.

Ebuzer’in gerçekleştirdiği şeyin değeri sadece batıla karşı hakkı, küfre karşı dini, gaspçıya karşı hakkı ve hak sahibini ve nihayet bozulmaya karşı doğruluğu savunmasında değildir. Onun çehresini tüm devrimci ve mücahit çehreler arasında özel bir yere getiren şey, kesin teşhisi ve mücadeleyi doğru alanda yapmasıdır.
Ebuzer doğru değerlendirmeyle tüm bozulmaların ana kaynağını buldu ve şunu gösterdi: Bu küfür, hak ve bozulma nedir? Neden kaynaklanmaktadır? Mücadelesinde külli yöntem, müphem terimler, ayrıntılar, zihni konular, hayalci, idealist, filozofâne, âlimâne, zihni entellektüelist, duygusal hüküm, arif ve mütekellimce yöntemlere –ki sonraları İslam toplumundaki çaba ve mücadeleler bu alana çekildi ve böylece iki temel şiar “imamet” ve “adalet” düşüncelerden uzaklaştı- dayanmadı. Malulu, illet yerine koymadı. “Nereden başlanması gerektiğini” gösterdi, mücadelenin keskin tarafını nereye yöneltmek gerektiğini ortaya koydu ve yanlış çatışmanın, ayrıntıyla ilgilenmenin düşmanla mücadeleyi düşmanın istediği yöne sürükleyeceğini, bu durumda zafer kazanılsa bile hiçbir derde çare olunamayacağını ve düşmanın hiçbir zarar görmeyeceğini öğretti.

Ebuzer mücadelesinin temel çizgisini sınıfsal ayrıcalıkla adalet için savaşım olarak belirledi. Bu iki şiar, o kadar geniştir ki, halife de onu ilan edebilir ve hilafetin propaganda araçları vesilesiyle yani minberler, mihraplar ve hakim resmi İslam’ın propagandacıları olan muhaddisler mübelliğler, vaizler, müfessirler, fakihler, hakimler... işine gelecek şekilde tevil edebilirdi. [Nasıl ki Safevi şiasında imamet, adalet, aşura, şehadet, gasp, velayet, va’dedilene iman... böyle oldu ve sadece kalıbı kaldı. İçi boşaltılıp zehir, uyku ve hurafe ilacı dolduruldu]. Bu yüzden
Ebuzer –onun gibi çaba sarf edip İslam’ı Ali ve Muhammed’in İslamı yapmak için uğraşanlara bir ders de vererek- Kur’an’a döndü ve şiarını Kur’an’dan aldı:


“Altın ve gümüşü toplayıp Allah yolunda harcamayanlar var ya, [ işte] onlara [sonraki hayat için] çok çetin azabı müjdele: bu [toplanıp saklanan altının, gümüşün] cehennem ateşinde kızdırılıp onların alınlarının, böğürlerinin ve sırtlarının damgalanacağı gün, [ bu günahkarlara ] : “ işte, kendiniz için topladığınız hazineler!” denecek, “şimdi tadın bakalım, sarılıp sakladığınız hazinelerin [ başınıza açtığı belanın] tadını! ”


Altın ve gümüş sermayeciliği temsil eder. İnfak “çukur” anlamına gelen “nefeke”den alınmıştır ki, bâb-ı if’alde ilk anlamının tersi anlamı kazanır. Yani çukurun doldurulması. Açıktır ki, burada kastedilen çukur, toplumda sermayecilik ve ekonomik sömürü sonucunda ortaya çıkmıştır. Buradaki çukur, toplumsal yaşamdaki eşitsizlik ve sınıfçılığın tabii sonucudur. Allah yolundan kasıt İslami terminolojide –Müslümanların terminolojisinde değil- insanların yolundadır. Sosyal konulardan bahseden tüm ayetlerde Allah ve insan [itikadi değil] sosyal yönden birbirlerinin yerine geçerler. İslam’ın Rabbi kendine ait adak, kurban, koku, tütsü... vs. istemez. Halka ait ve toplum için olan şey, Allah için olur. “Entekrezallahu karzen hesena...” [4] Yani eğer halka güzel borç verirseniz... Allah yolu, Allah’ın malı, Allah’ın evi, Allah’ın hükmü, Allah’ın eli, Allah için, Allah’a doğru... Hepsi toplumda karşılık bulur. Halkın yoludur, halkın malıdır, halkın evidir. “Halk için kurulan en önemli ev, tüm halklara bir hidayet kaynağı olan Bekke’deki kutlu evdir.” [5] Halkın yönetimidir, halkın elidir, halk içindir, halka doğrudur. Çünkü halk Allah’ın ailesidir ve böyle anlamayan, bu şekilde inanmak kendilerine zor gelen kişiler, diğer dinlerin kendi ilahları hakkında gösterdiği ilahi dünya görüşünün etkisindedirler.


Mücadele başlıyor.


Ebuzer Peygamber’in samimi ve yakın sahabisi makamındaydı ve
Peygamber’in kendisi şu unvanları ona vermişti:


“Sinesi dolup taşacak kadar ilim öğrenen kişi”.



“Ne mavi gökyüzü ne de kara toprak Ebuzer’den daha doğru sözlü birini görmemiştir”.




“Ebuzer’in hayâsı ve zühtü Meryem oğlu İsa gibidir”.


''Ebuzer gökyüzünde yeryüzünde olduğundan daha meşhurdur!”



“Ebuzer bu yeryüzünde ve toplumda yalnız yol alır, yalnız ölür ve Kıyamet günü kabirler açılıp içindekiler grup grup haşrolunurken Ebuzer yalnız sahneye çıkar!”


Mescitte oturuyor, amel edilmesi terk edilmiş ayetleri ve artık değinilmeyen ve değinilmesinde sorun ve sıkıntı olan Kur’an’dan veya Peygamber’in hayatından bazı konuları peşpeşe halka açıyordu. Dönemin konusu –Osman zamanında- Kur’an’ın toplanması, tanzimi, hattının tashihi, bir nüsha çıkarılması ve bitmek bilmeyen kıraat, tecvid, noktalama bahisleri, keşmekeşler, tartışmalar, hassasiyetler, muhalefet ve hemfikirlilikler... Ve Ebuzer Kur’an’da “sermaye” konusunu öncelemiş, sürekli sermaye biriktirenler ayetini ve hemen öncesindeki şu ayeti okuyordu:


“Altın ve gümüşü toplayıp Allah yolunda harcamayanlar varya, [işte ] onlara [ sonraki hayat için] çok çetin azabı müjdele.”


Bu şekilde cephe almak karşıklığa sebep oluyordu. Halifenin kendisi Kur’an’ı toplayıp derlemeyle meşguldü. Kur’an’a inananlar halifeye müteşekkirdiler ve Kur’an’ın yâd edilmesi, halifenin de hayırla yâd edilmesini gerektiriyordu. Ve Ebuzer’in Kur’an’ı, halifenin eleştirilmesi, ona sinirlenilmesi, saldırılıp kınanması neticesini veriyordu.
Öyle ki hilafet sisteminin sesi yükselmişti: Ey Ebuzer! Kur’an’da sadece “Din adamlarının halkın malını yemesi” ve “Mal toplayanlar” ayeti mi var?


Ebuzer biliyordu ki, her dönemin bir sorunu ve her neslin bir şiarı vardır. Kur’an’ı sadece “Mukaddes bir şey” olarak değil, “hidayet nuru” olarak görenler, “Günün ayetleri”ne yaslanmalıdırlar.

Ebuzer cevap verdi: Hayret ediyorum! Halife beni Kur’an okumaktan men mi ediyor?


Ve günün ayeti olan bu ayetin ardından –ki artık vahiy, itikadi tevhid, putperestlik, kıyamet, ruhun ebediliği ve Muhammed’in peygamberliğinde bir “sorun” yoktu- Peygamber’in davranış ve sözlerini örnek gösteriyordu.

“Aylar geçiyordu ki, Peygamber’in evinde yemek ateşi yanmıyordu”. “Peygamber’in evinde yemek çoğunlukla su ve hurmaydı”. O, kendini açlıkta imtihan ediyordu ve çoğunlukla açlığa dayanmak için karnına taş bağlıyordu. Giyimi, yiyeceği ve evi biz Suffa ehline teselli veriyordu. Yersizdik, çoğu zaman açtık, içimizden bir grup her gece onunla yemek yerdi, ne zaman evinde yemek pişirilse, bizi misafir ederdi. Bu arpa unu ve hurmayla yapılan bir yemekti!

“Hiçbir toplanmış mal yoktur ki, sahibine ateş olarak dönmesin”.
Allah Resulü’nün eşleri açlık ve zorluktan inliyorlar ve şikayet ediyorlardı. Peygamber onlara ya dünyayı isteyin, sizi boşayayım ya da beni ve fakirliği teklifini sundu.

Allah Resulü’nün biricik kızı çok yoruluyor ve açlık çekiyordu. Peygamber en çok sevdiği varlıklar olan Ali ve Fatıma’nın kendilerine bir hizmetçi verme ricalarını kabul etmedi. Fatıma’nın yoksulluğuna ağladı; ama ona bir dinar bile vermedi”.

Ve açıktır ki, çok geçmeden zihinlerde sorular, sorular ve sorular canlanacaktır: Öyleyse neden halife Osman ipek giyiniyor? Darul hilafe’de en leziz yemeklerle donatılmış sofralar kuruluyor? Öyleyse neden Abdurrahman b. Avf’ın malı yığıldığında minberdeki halifeyle halk arasında engel oluşturacak ve altın külçeleri miras paylaşımında baltayla kırılacak kadar çoktu? Öyleyse neden hilafet şurasında yer alan Zübeyr’in her gün çalışarak kazandıklarını ona getiren tam bin kölesi vardı? Öyleyse neden halifenin akrabası ve Şam Valisi Muaviye Yeşil sarayı inşa ediyordu? Etrafındakilere, dalkavuklarına, şairlere ve tüm yaptıklarını onaylayan alim ve sahabelere efsanevi yardımlarda bulunuyordu. Öyleyse neden Allah’ın kitabına, Peygamber’in sünnetine, Ebubekir ve Ömer’in uygulamalarına sadık kalacağını taahhüt eden Osman sadece Kayser ve Hüsrev’in sünnetine uyuyordu?
Öyleyse neden? Öyleyse neden?


Günden güne seçkinlik, sömürü, yoksulluk, sosyal ve sınıfsal uçurumdaki genişleme artıyordu. Ebuzer’in propagandası da gittikçe yayılıyor, mahrumlar ve sömürülenleri ayaklandırıyordu. Açlar Ebuzer’den öğrenmiştiler ki, yoksullukları ilahi irade. önceden yazılmış, göksel kader değildi. “Mal biriktirme”nin sonucuydu ve bu kadar!


Ne yapmalı!

Zahit Ebuzer’e hiçbir şey!

Onda ne bir şey “vardı” ki, tehdit etselerdi: “Alırız!”

Ne de bir şey “istiyordu” ki, tatmin etselerdi: “Veririz!”


Ve hanımı Ümmüzer’dir. O da Peygamber’in ashabındandır ve kocasına, mücadeleci insanın tahammül etmesi gereken zorluk, züht ve yoksullukta eşlik ediyordu.

Ki, İslam’ın olduğu günlerde kadın henüz “zayıf” olmamıştı! Şimdi hakim durumda olan kutsal muhacir ve Peygamber’in büyük ashabının karşısında dikkatli davranan ve kendi sıkıntıları ve onların bozulmalarına tahammül eden mahrumlar cesaretlenmişlerdi. Osman tehlikeyi hissetti. Ne yapmalı? Medine’de hâlâ Peygamber’in hatırası var ve halk Ebuzer’i tanıyor. Onu Şam’a, Muaviye’nin yanına sürdü. Şam halkı İslam’ı Beni Ümeyye’yle tanımıştı. Muaviye Ebuzer’e karşı daha rahat davranabilirdi. Muaviye Şam’da Romalıları taklit ederek Osman’dan daha seçkin bir yaşam sürüyordu. Ayrımcılık, kirlilik, zulüm, İslam sisteminin yok edilmesi, burada daha net ve daha küstahçaydı. Bugünlerde Muaviye Romalı ve İranlı mimarların yardımıyla “Yeşil Saray”ını yapıyordu. Bu, saltanatın ilk sarayıydı. Görkemli ve güzeldi. Muaviye bu sarayın inşasını o kadar önemsiyordu ki, çoğunlukla işçilerin ve mimarların başında bekliyordu. Ebuzer de her gün oraya gelip haykırıyordu:


“Ey Muaviye, eğer bu sarayı kendi paranla yapıyorsan, israftır ve eğer halkın parasıyla yapıyorsan ihanettir!”


Muaviye tecrübeli ve çok iyi siyasetçiydi. Tahammül ediyor, bir yol bulmak için düşünüp duruyordu.

Bir gün Ebuzer’i evine davet etti. Haddinden fazla saygı ve iltifatta bulunmasına rağmen Ebuzer öfkeli ve sinirli çehresini azıcık olsun değiştirmeyince işi tehdide vardırdı:

“Ey Ebuzer! Eğer Osman’ın izni olmadan bir peygamber sahabisini öldürecek olsaydım, bu sen olurdun. Ancak seni öldürmek için Osman’dan izin almalıyım, Ebuzer bu iş benimle senin aramızı açıyor, sen yoksul ve alt tabakadaki insanları bize karşı ayaklandırıyorsun.”

Ebuzer cevap verdi:

“Allah Resulü’nün sünnetine uygun davranırsan, seninle bir sorunum olmaz. Yoksa hayatımın son nefesini de Peygamber’in bir hadisini zikretmek için harcayacağım!”

Ebuzer’in propagandası yayıldı. İslam’ı da kendilerine daha önce hakim olan Roma rejimi gibi tasavvur eden Şam halkı, yavaş yavaş İslam’ın gerçek çehresiyle tanıştı. Adalet ve özgürlük dini, kalplerde imanın yanında ayaklanıyordu. Fakirlik ve mahrumiyeti dinle açıklayan mahrumlar, ilk kez Ebuzer’den şunu öğreniyorlardı:


“Ne zaman yoksulluk bir kapıdan girerse, din başka bir kapıdan çıkıp gider!”


Mescid henüz Allah’ın, halkın ve Ebuzerlerin evi ve mücadele karargâhıydı. Muaviye’nin orada hükmü yoktu. Mescitlerin Allah ve Allah’ın ailesinden –halk- boşalıp halifenin karargâhı ve onun mollasının mekanı olması Ali’nin ölümünden sonradır. Mahrumlar şevk ve ümitle etrafında toplanıyorlar ve o insanlara “hak”la ikiz olan “hakikati”, “adalet”le yoldaş olan “İslam’ı ve ekmeği de düşünen Allah’ı öğretiyor, uyuşturmak yerine tahrik ediyor Yeşil Sarayı daha bitmeden viranelikle tehdit ediyordu.

Muaviye onu Kıbrıs cihadına gönderdi. Eğer fetih gerçekleşirse Muaviye’nin gururu ve “İslam’ın izzetidir!”, eğer Ebuzer öldürülürse, elini onun kanına bulamadan zararından kurtulmuş olur. [6] Ancak Ebuzer sağlam döndü. Gecikmeden cepheden mescide gitti ve işine tekrar başladı!

Muaviye Ebuzer’in, kölelerin hürriyeti ve açların doyurulmasını ne kadar istediğini biliyordu. Bir köleye: “Eğer bu altın kesesini Ebuzer’e vermeyi başarırsan özgürsün!” Köle, Ebuzer’e gitti. Ebuzer kabul etmedi. Köle ne kadar ısrar edip yalvardıysa da Ebuzer bir tek cevap verdi: Hayır! Sonunda köle şöyle dedi: “Ey Ebuzer! Allah seni bağışlasın, bu parayı al, çünkü benim özgürlüğüm sana bu parayı vermektedir.” Ebuzer cevapladı: “Evet ama benim de köleliğim bu parayı almaktadır!”

Hiçbir hile bu inatçı, cesur, zahit ve uyanık adama işlemedi. Sadece zor kullanmak kaldı. Muaviye Osman’a yazdı. Eğer Şam’a ihtiyacın varsa, Ebuzer’i buradan götür. Çünkü o yarayı eşeliyor. Patlama yakındır. Osman Ebuzer’i Medine’ye göndermesini emretti.

Onu tahta eğerli bir deveye bindirip birkaç vahşi köle gözetiminde Medine’ye gönderdiler. Muaviye yol esnasında –Şam’dan Medine’ye kadar- hiçbir yerde duraksamamaları emrini vermişti!

Medine’ye yaklaşıyordu. Yorgun ve yaralıydı. Şehrin kenarında Sel Dağı’nın eteğinde Ali’yi gördü. Yanında Osman ve birkaç kişi daha vardı. Ebuzer haykırmaya başladı:

“Medine’yi büyük ve sonsuz ayaklanmayla müjdeleyin!”

Halife hiç kimsenin Ebuzer’den fetva sormaması emrini verdi; ancak Ebuzer’in fetvaları peşpeşe geliyordu. Şam’da gördükleri onu daha kızgın ve mücadelede daha cesur kılmıştı. Ömer’in hilafet şurasının lideri Abdurrahman bin Avf öldü ve altın ve gümüşten müteşekkil mirasını Osman’ın karşısına yığdılar. Ebuzer Osman’ın şöyle dediğini duydu: “Allah Abdurrahman’ı bağışlamıştır. İyi yaşadı ve öldüğünde arkasında tüm bu serveti bıraktı!”

Ebuzer öfkeyle Osman’ın evine yöneldi. Yolda gördüğü deve kemiğini kapıp yola devam etti. Osman’ın başına dikilip haykırdı: Sen, ardında bu kadar miras bırakan adama, Allah rahmet etmiştir mi diyorsun?

Osman yumuşakça cevap verdi: Ebuzer, zekatını vermiş birisinin boynunda başka sorumluluk var mıdır? Ebuzer mal biriktirenler ayetini okuyup şöyle dedi: Burada söylenen şey, zekat değildir. Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda infak etmeyenlerden bahsediliyor.


Kab’ul Ahbar –eski yahudi din adamı- Osman’ın yanındaydı, şöyle dedi: “Bu ayet Müslümanlarla değil, ehli kitapla [yahudilik ve hristiyanlık] ilgilidir”.


Ebuzer bağırdı: Yahudizade! Bizim dinimizi bize mi öğreteceksin? Annen yasını tutsun!



Osman: Eğer bir adam zekatını vermişse, kerpiçlerinin biri altından, biri gümüşten olan saray bile yapsa, hakkıdır. Ardından Kab’a dönüp onun fikrini sordu. Kab: Evet efendim, öyledir! Ebuzer ona saldırdı. Kab, korkudan Osman’ın arkasına gizlendi. Halifeye sığındı. Sahne tamamdır! Tüm tarihin gösteri sahnesi! Bir tarafta altın, zorba ve hakim din, Abdurrahman, Osman ve Kab’ul Ahbar ve ne kadar net! Temel altın! Zorba hami, din zorbanın sığınağında yönlendirici ve karşısında Ebuzer; sömürü ve istibdad kurbanı, tarihteki mahkum din ve mazlum sınıfın tecellisi, Allah ve halk!

Ebuzer yalnız, silahsızlandırılmış ve mazlum. Ama yine de saldırgan. Kab’ı zorbanın sığınağında yakaladı ve deve kemiğiyle başına öyle bir vurdu ki, kan aktı.

Osman: Ey Ebuzer, bize çektirdiklerin ne kadar da arttı, buradan git!

Ebuzer sordu: Ben de seni görmekten nefret ediyorum. Nereye gideyim?

- Rebeze’ye!

Peygamber’in sürgün ettiği Mervan b. Hakem, Ebuzer’in sürgünüyle görevlendirildi. Ali olayı duyunca inledi; Hasan, Hüseyin ve Akil’i alıp Ebuzer’e yoldaşlığa gitti. Mervan Ali’yi engellemeye çalıştı: “Halife Ebuzer’le yoldaşlığı yasaklamıştır.” Ali kırbacıyla Mervan’ın isteğini reddetti ve Ebuzer’le Rebeze’ye kadar gitti. Rebeze, yakıcı çöl, susuz ve yerleşkesiz. Hacıların yolu üstündedir. Hac mevsimi dışında kimse oradan geçmezdi. Orada bir çadır kurdu ve birkaç hayvanla yaşamını sürdürdü.

Aylar geçti. Yoksulluk arttı, açlık daha da küstahlaştı. Hayvanları tek tek telef oldu ve Ebuzer’le ailesi çölün yalnızlığında ölümle yüzyüze geldi.

Kızı öldü, sabretti ve “Allah yolunda saydı.” Bir süre sonra açlık kurdu oğluna saldırdı. Sorumluluk duygusuna kapıldı. Medine’ye geldi. Osman’dan kestiği maaşını talep etti. Osman cevap vermedi. Eli boş döndü. Oğlunun cenazesi soğumuştu. Onu elleriyle defnetti.

Ebuzer ve Ümmüzer yalnız kaldılar!

Yoksulluk, açlık ve yaşlılık Ebuzer’i çok zayıflatmıştı. Bir gün artık son anlarını yaşadığını hissetti.

Açlık zorluyordu. Ümmüzer’e: Kalk, çölde dolaşalım, biraz ot bulup açlığımızı gideririz. Karı-koca ne kadar aradılarsa da bir şey bulamadılar. Dönüşte Ebuzer tüm gücünü yitirdi. Ölümün gölgesi çehresine inmişti. Ümmüzer ona seslendi:

- Sana neler oluyor Ebuzer?

- Ayrılık yakındır! Cenazemi yolun kenarına bırak ve yoldan geçenlerden defin işinde sana yardım etmelerini iste.

- Hacılar gitti. Kimse yoldan geçmez.

- Olsun! Kalk ve şu tepeye çık, benim ölümümde birileri hazır olacak.
Ümmüzer tepeden üç kişinin uzaktan geçtiğini gördü. İşaret verdi. Yaklaştılar.

- Allah sizi bağışlasın, burada bir adam ölüyor. Onu defnetmekte bana yardımcı olun ve karşılığını Allah’tan alın!

- O kimdir?

- Ebuzer!

- Peygamber’in dostu Ebuzer mi?

- Evet!
- Anne babamız sana feda olsun ey Ebuzer!

Başına geldiler. Hâlâ yaşıyordu.
Onlardan şunu istedi:


Hanginiz devlet adamı, casus ya da askerse, beni gömmesin. Eğer benim ya da karımın bir parça kumaşı olsaydı, onunla kefenlenirdim.


Sadece Ensar’dan bir genç serbest meslek sahibiydi. Şöyle dedi: Şu yanımdaki kumaşı annem örmüştür. Ebuzer ona dua etti ve o parçayla kendisini kefenlemesini istedi.


İçi rahatladı. Her şey sona ermişti. Gözlerini yumdu ve bir daha açmadı. Yoldan geçenler
Rebeze çölünün sıcağında onu defnettiler. Ensarlı genç, mezarı başında durdu ve dudak altından söylendi:

Allah Resulü doğru söyledi.

“Yalnız yol alır,


yalnız ölür


ve yalnız yerinden kaldırılır!”

________________________________________
[1] Belki de Kur’an’ın hayret verici şu tabirinin anlamlarından biri de budur: İbrahim tek başına bir toplumdur (ümmettir)!
[2] “Ticaret” ve “ziyaret” tarih boyunca bir bedende iki simadır: İktisadi beden. Kureyş’in Kabe’ye dini bağlılığı, Kabe’deki putların önemi, dini, sınıfsal ve ırkçı şirki koruyan budur ve tevhid devriminin etkisinin anlaşılacağı yer de burasıdır.
[3] Ayaklanabilir demiyor, hatta ayaklanmalıdır da demiyor. Ayaklanmamasına şaşıyorum diyor. Bundan da önemlisi, yöneticiye, sömüren sınıfa demiyor. Halka karşı diyor! Yani eğer sen açsan, bundan bütün toplum sorumludur.
[4] Teğabun Suresi, 64/17
[5] Ali İmran Suresi, 3/97
[6] Şia bu rejimde şu fetvayı verdi: Hak ve doğru imamın önderliği olmaksızın cihad yapılmaz.



http://www.aliseriati.com/kitaplar.php?Makale_id=140&Kat_id=11

BİR AÇIKLAMA-İKİ OLAY-VE-HATIRLATMA

BİR AÇIKLAMA-İKİ OLAY-VE-HATIRLATMA


1-AÇIKLAMA


"İslam yeniden yorumlanmalı"


Türkiye’de her cemaat, tarikat ve mezhebin itibar ettiği ayrı bir Kuran meali olduğu gibi, ilmihalleri (İslam dininin kurallarını öğretmek için yazılmış kitaplar) de farklı. “Mızraklı İlmihal”, “Büyük Şafii İlmihali”, “Büyük İslam İlmihali” aralarından birkaçı… Mevcut ilmihallerin çoğunda “bugün uygulama imkânı bulunmayan, geçerliliğini yitirmiş ve sağlıksız yorumların yer aldığını” savunan
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Hayri Kırbaşoğlu’nun kaleme aldığı “Ahir Zaman İlmihali” halihazırda tartışılan dini konulara getirdiği güncel ve radikal yorumlarla epey tartışılabilir.


Kırbaşoğlu, Newsweek Türkiye’den Adem Demir’in sorularını yanıtladı.


05 Mayıs 2010 Çarşamba, 20:10:22



Adem Demir:
Türkiye’de sayısız ilmihal mevcut. “Ahir Zaman İlmihali”ni bunlardan ayıran ne?



Kırbaşoğlu:
Baş döndürücü hızda gelişmelerin yaşandığı bu dönemde, o eserlerin yeni durumlara ve ihtiyaçlara cevap vermesi son derece zordu. Bundan dolayı, ilmihal geleneğinde bir kırılma noktası, yeni bir çizgi, bir ilmihal açılımı zorunluluğu oluştu. İlmihaller sadece ferdi dindarlık alanıyla sınırlı kalmamalı, sosyal alana, küresel meselelere, temel insani durumlara da ilgi duyup 21. yüzyılda yaşanabilir ve sürdürülebilir bir Müslümanlığı sunma hedefine odaklanmalı. Kaldı ki, insanlığın ve gezegenin karşı karşıya bulunduğu bölgesel ve küresel tehditler, Müslümanlar’ın tek başına üstesinden gelemeyecekleri bir boyuta ulaşmış durumda.



Yaşanabilir ve sürdürülebilir Müslümanlık derken?


Müslümanların büyük bir bölümü, sağlıksız bir din anlayışı sebebiyle, öncü olma görevini yerine getiremiyor. Bu yüzden de tarihin öznesi değil nesnesi olarak kalmaya devam ediyorlar. Yaşanabilir ve sürdürülebilir Müslümanlık, dış dünyayı, tarihin akışını Allah’ın iradesi doğrultusunda değiştiren bir anlayıştır ve yeryüzündeki statükoların yok olması için çalışır. Kılınan namazların, tutulan oruçların, indirilen hatimlerin, art arda hac ve umre ziyaretlerinin sayısal çokluğu yeni Müslümanlığın kriteri değil. Yeryüzündeki zulüm, adaletsizlik, sömürü, açlık, sefalet, işsizlik, savaş, talan ve benzeri şer gelişmeleri durdurma konusunda bir işe yarayıp yaramadıklarının muhasebesini yapabilenler, yaşanabilir Müslümanlığı tercih etmiştir.



İslam kültüründe olup da günümüzde geçerliliğini yitirmiş bilgilere örnek verebilir misiniz?

Mesela boşanmanın erkeğin iki dudağı arasından çıkacak bir söze bağlı olduğu. Tek adam yönetimi anlamında halifelik ya da saltanata ilişkin hükümler. Devlet başkanına mutlak itaati telkin eden fıkhî hükümler. Kadınların devlet başkanı ve yönetici olamayacağı... Kadının tek başına yolculuk edemeyeceğine dair hükümler. Müzik dinlemenin ve resim yapmanın -İslam’a uygun olan olmayan ayrımı yapmaksızın- haram olduğu…



Kitabınızda “İslami değerler dizgesi” diye bir kavram kullanıyorsunuz. Nedir bu?


Dinimizin, çağın insana neleri sunduğu sorusuna verdiği cevaptır. Bu değerler; metafizik değerler alanı, ahlaki değerler alanı, ibadetler alanı ve normatif düzenlemeler alanı (sosyal alan).



Ahlak, ibadetlerden önce mi geliyor?


İbadetler maddeten ve manen çok fazla risk almayı gerektirmeyen dini görevler. İslam’da öncelik, ibadetlerden ziyade değerler ve ilkelere verilmiş. İbadetler ise yeryüzünde sosyal-ekonomik adalet esasına dayalı bir düzen kurma çabasında, Müslümanlar için bir itici güç, ilham ve moral kaynağı olarak vazedilmiştir; yoksa yeryüzündeki zulüm ve kötülüklere sırtınızı dönerek yerine getirmeniz için değil. Müslümanların çoğu; namaz, abdest, oruç ve hac ile sınırlı bir Müslümanlık ile yetinmeyi tercih ediyor. Allah’ın İslam ümmetine yüklediği evrensel görevi yerine getirme konusunda ise tembel ve isteksiz davranıyorlar.



Namaz kılmayı terk eden bir Müslüman’ın küfre gireceğine ilişkin değerlendirmelerin doğruluk derecesi ne?


Kuran’da, namaz konusunda gevşek veya ihmalkâr davranan Müslümanların ölüm cezasına çarptırılması gerektiğine dair en küçük bir ipucu dahi yok. Bu konuda dayanak olarak gösterilen birtakım rivayetler ise, böylesi önemli bir meselede delil olacak kadar kesin ve açık değil. Hz. Peygamber döneminde böyle bir uygulamaya gidildiğine dair kesin ve net bilgiler de mevcut değil. Bu konuda doğru olan, namaz kılmayanların Allah’ın emrine karşı gelen “günahkâr” Müslümanlar olduklarıdır.



İslami eserler yazdığını savunanların çoğunun, belli bir mezhep ve meşrebi esas alarak kitaplar yazmalarının sebebi nedir?


Kuran ve sünnet açısından meseleye yaklaşıldığında, İslam dini mensupları için bir tek kimlik söz konusu, o da Müslümanlık. Mezhepler, cemaatler, tarikatlar ise bir kimlik, hatta alt kimlik dahi değildir. Bunlar en fazla İslam’ı anlama ve yorumlama konusundaki çeşitli çabalar, ilmi ve fikri ekoller olarak görülebilir. Hatta bazılarını bu kapsamda değerlendirmek bile oldukça zor. Zira bilhassa cemaat ve tarikatlar ilim ve fikir temelli, sorgulayıcı olmaktan ziyade; teslimiyetçi, hatta çoğunlukla cemaat veya tarikat liderine körü körüne bağlı kapalı yapılar. Çeşitli dini gruplar, günümüzde İslam birliğini güçlendirecekleri yerde tam aksi yönde işlev görüyorlar. Mezhep, cemaat, tarikatlar İslam dünyasının birliğine katkıda bulundukları, tefrika ve taassuptan uzak kaldıkları sürece İslam’a uygun hareket etmiş olurlar. Aksi takdirde İslam’a aykırı bir çizgide ilerlediklerini ve ahirette bunun hesabını vermek durumunda kalacaklarını bilmeliler. Kuran-ı Kerim de, En’am suresinde “Dinlerini parça parça edip, fırka fırka ayıranlar var ya senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur” ve er-Rûm suresinde “Dinlerini bölük pörçük edip fırkalara ayrılanlar gibi olmayın” deniyor. Bu ayetler, mezhepçilik, tefrikacılık, grupçuluk ve hizipçilik yapanları açık bir şekilde tehdit etmekte.



İslam’ın son din, Hz. Muhammed’in ise son peygamber olduğu, bundan sonra vahiy gelmeyeceği İslam dünyasında genel kabul. Ancak siz vahiy geleneğinin devam edeceğini iddia ediyorsunuz.


Elbette bu yeni bir vahiy ve yeni bir peygamber anlamında değil. Son vahiy olan Kuran’ı insanoğlunun tarihi tecrübesi ve aklıselim ile sürekli yorumlamak, bu vahiyden ilham alarak modeller geliştirmek, yani içtihat sürecine işlerlik kazandırmak mümkün. İslam küresel gelişmeler ışığında yeniden yorumlanarak bir “yeni nesil Müslümanlık” inşa edilmeli.



Size göre, “Bir Müslüman, statükocu, muhafazakâr ve kapitalist olamaz.” Peki, solcu olabilir mi?

Bir Müslüman’ın sağcı ve muhafazakâr olmasından kimse rahatsızlık duymadığı halde, solcu olmasından bu denli rahatsız olunmasının sebebi ne? Bu tutarsızlığı izah etmek güç, zira bunların her ikisi de İslam geleneği dışındaki modern yaklaşım ve eğilimler. Günümüz şartlarında Müslümanların daha sosyal adaletçi, daha eşitlikçi, daha özgürlükçü, antiemperyalist, sömürü ve kapitalizm karşıtı, emek sömürüsüne karşı, çevreci, savaş karşıtı bir İslami çizgi benimsemeleri gerekir.



Konforlu bir hayata sahip kimi mütedeyyinler “Müslümanlar her şeyin en iyisine layıktır” tezini savunuyor. Lüks ve şatafat dinen savunulabilir mi?


Müslümana yakışır bir yaşayış tarzı değil. Hele İslam dünyasında günde üç-beş lira ile geçinmek zorunda kalanlar varken. “Müslümanlar her şeyin en iyisine layıktır” iddiası doğru ise, o zaman diğer Müslüman kardeşlerinin de bu lüks ve şatafata layık olduklarını kabul etmeleri gerekmez mi? Bunu söyleyemediklerine göre aslında, “Gariban Müslümanlar değil, bizim gibi komprador Müslümanlar her şeyin en iyisine layıktır” demiş olmuyorlar mı? Bu yaklaşım, ne Kuran’a ne de Hz. Muhammed’in modeline uyuyor.



Son yıllarda bu kesimlerde dini nikâhla giderek daha da artan gizli evlilikleri nasıl değerlendiriyorsunuz?


İslam’da imam nikâhı diye bir nikâh şekli yok. Nikâh İslâmî bir düzende İslâmî değerlere uygun kıyıldığı zaman, imam olmadan da geçerlidir. Türkiye’de vatandaşların dini inançlarını göz önünde bulunduran bir düzenleme yapılmadığı için, Müslümanlar da resmi nikâhın bu eksikliğini gidermek için ayrıca dini nikâh yaptırmayı tercih ediyor. Resmi nikâh memurlarının, Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Alevi, Sünni, ateist olsun her vatandaşın arzusuna uygun bir merasim şekli belirlemesi, nikâh akabinde onların uygun görecekleri duaları veya iyi dilekleri okuması suretiyle bir çözüm bulmak imkânsız değil. Dini nikâh veya imam nikâhı uygulaması, kadınların istismarına yol açacak şekilde suiistimal edilmekte. Özellikle bazı tarikat ve cemaatler genç kızları dini nikâh söylemleriyle heveslerine kurban ediyorlar. Resmi nikâh kıymadan dini nikâh kıyılmamalıdır.


(Newsweek Türkiye)
http://www.haberturk.com/polemik/haber/513001-islam-yeniden-yorumlanmali


2-OLAY



OLAY-1-SAHTE DİN HOCALARI SINAVLA ELENDİ

Tahsin ÜLKER- Çağlar ÖZTÜRK / DHA 20 Eylül 2009




ADANA’da, Şeker Bayramı arifesinde mezarlıklardaki sahte hocalara, su ve temizlik hizmetleri verenlere yönelik operasyon yapıldı.

Adana Asri Mezarlığı’nda, bayram arifesi kabir ziyaretine gelen vatandaşlara izinsiz ve iyi bilmediği halde Kuran-ı Kerim okuyarak haksız kazanç sağlamaya çalışanları ayıklamak üzere imamlar nezaretinde sınav yaptırıldı. Mezarlık imamı Musa Teke ve Cumali Karabulut tarafından yapılan sınavda başarılı görülenlere yaka kartı verilirken, hatalı okuyanlar da mezarlık dışına çıkarıldı. Bu arada yaka kartı olmayan sahte hoca güvenlik görevlilerine zorluk çıkarttı.


http://www.hurriyet.com.tr/gundem/12518523.asp



http://dersitamam.blogspot.com/2010/03/sahte-din-hocalari-sinavla-elendi.html





OLAY-2



CUMA NAMAZINDA ÖLÜM


-1-5-2010









http://www.haber7.com/haber/20100501/Namaz-devam-ediyor-FOTO.php


Bursa'da Eski Karaman Mahallesindeki Yeni Cami'de Cuma namazını kılmak için camiye gelen emekli albay Hurşit Yeniler (76), ezanın okunması ile birlikte ayağa kalktı. Ancak Yeniler birden yüz üstü düşerek yere yığıldı.
Olay yerine gelen sağlık ekipleri cuma namazı kılındığı sırada şahsı hayata döndürmek için uzun süre uğraştı.
Ancak müdahalelere rağmen Yeniler kurtarılamadı. Cenazenin üstü kapatılırken, cemaat namazını kılarak camiden ayrıldı.


EY GİDİ RECEP YAZICIOĞLU RAHMET Mİ İSTEDİN……..
MÜSLÜMANLAR O ÇEŞMEDEN HALA SU İÇEMİYORLAR…SİZ NE DERSİNİZ?
DOSTLARA MEKTUPLAR-11-MÜSLÜMANLAR BU ÇEŞMEDEN SU İÇEMEZ


http://dersitamam.blogspot.com/2007/11/dostlara-mektuplar-11-mslmanlar-bu.html



2-BAKARA

67-……………….. euzü billahi en ekune minel cahilin
67-……..Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım


3-HATIRLATMA



İSLAM GERÇEĞİ-A.Ü.İ.F.1995-SAYI-197
İSLAM GERÇEĞİ-A.Ü.İLAHİYAT FAK.YAY-1995-NO-197
ANKARA ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ YAYINLARI NO : 197
İSLAM GERÇEĞİ
Prof. Dr. Hüseyin ATAY Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK Prof. Dr. Beyza BİLGİN Prof. Dr. Rami AYAS Dr. Arif GÜNEŞ Dr. Hasan ELİK
ANKARA, MART 1995

ÖNSÖZ

Kur'an'ın anladığı manada din, Allah'ın insanoğluna, mutlu ve huzurlu yaşaması için tuttuğu bir ışıktır. Bu ışık, peygamberler aracılığıyla gönderilmiştir. Ne yazık ki insanoğlu dini, egoist hesapları ve iştahları ile yozlaştırmakta ve Allah'ın iradesinin dışına çekerek kendisini mutlu eden bir kurum olmaktan çıkarmaktadır. Kur'an bize gösteriyor ki, ilahi iradenin dışına çekilerek insan nefsinin hesaplarına uydurulan din, mutluluk yolu olmaktan çıkarak bir kahır ve kavga ocağına dönüşmektedir.
Her Peygamberin mesajı, kendisinden hemen sonra yozlaştırılmıştır. Cenabı Hak, her yozlaştırmayı düzeltmek üzere yeni bir peygamber göndermiş ve bu süreç Son Peygamber'in gelişine kadar devam etmiştir.
Son Peygamber'in gelişi, başka bir deyişle peygamberliğin son buluşu, insanoğlunun dinde vücut verdiği yozlaştırmaları düzeltmede başka bir tedbiri gerekli kılmıştır. Bu tedbir, Son Peygamber'e vahyedilen kitabın, yani Kur'an'ın ilahi korumaya alınması, insanlığın tahrip ve tahrifinden uzak tutulmasıdır. Bu demektir ki, Kur'an'ın gelişinden sonra dinde ortaya çıkacak saptırmaların ortadan kaldırılması, Yaratıcı'nın korumasındaki Kur'an'a baş vurmakla mümkün olacaktır.
Hz. Muhammed'in vefatının hemen ardından, onun tebliğ ettiği mesaja yönelik saptırmalar başlamış ve bunlar zaman içinde yoğunlaşarak Kur'an'la bazı konularda çelişen sanki yeni bir din şeklinde vücut bulmuştur. Kur'an'ın getirdiği İslam dininin
karşısına dikilmiş, rakip bir görüntüde olan bu oluşumu tarihi, kültürel sürecin ortaya çıkarttığı örfler ile hiçbir esasa dayanmayan hurafelerin şekillendirdiği söylenebilir.
Günümüzde İslam dünyasında, o arada Türkiye'de, bir kısım çevrelerce sahnelenen sözkonusu oluşumun gerçek Kur'an diniyle ilişkisinin yüzde kaç olduğu sorusu sık sık sorulmaktadır.
İşin, bizim ülkemiz açısından daha kötü bir yanı vardır. Bu kültürel ve hurafeye dayalı oluşumun, ülkemiz ve insanımız üzerindeki tarihsel kin ve iştahları tatmin etmek ve Türkiye'yi yıkıma götürmek için iç ve dış bazı mihraklar tarafından aleyhimizde kullanılan bir numaralı kurum halinde işletildiği görülmektedir. Aynı dini kabul etmiş olan insanlar, çeşitli oyunlarla "inananlar-inanmayanlar" diye bölünmek suretiyle bir kavganın içine itilmektedirler. Kısacası, insanımızın bin yılı aşkın bir süre canla-başla hizmet ettiği din, aleyhimizde bir yıkım aracı olarak kullanılmaktadır.
Bu karanlık ve yıkıcı gidişin durdurulabilmesi, Allah'ın buyruğu İslamın bu kültürel oluşum ve hurafelerden arındırılmasına bağlıdır. Bunun için, milletçe bir seferberliğe girmemiz kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu seferberliğin en önemli ve ilk adımı Kur'an'ı tanımaktır. Bu tanıma sayesinde, Kur'an mesajındaki dini kavrayarak sözkonusu oluşumları doğru zemine oturtacak güce ulaşılabilir. Bu gücü elde etmenin en değerli imkanları, özellikle hürriyet imkanı, bilim ve düşünce potansiyeli Türkiye'dedir. İslam'ın yalan ve sahteliklerden temizlenmesi gayretinde Türkiye'nin tökezlemesi İslam dünyasının kaderinin kararması anlamına gelebilir. Bu bakımdan ülkemiz ve insanımız, tarihsel görevlerinden birini daha yerine getirmek üzere tarih tarafından sahneye çağırılmaktadır.
Elinizdeki kitap, bu tarihsel görevin yerine getirilmesi için Kur'an denetiminde girişilmiş bir hizmetin ilk ürünüdür.
Kitap, temel meseleleri ana hatlarıyla ve Kur'an'da yer aldıkları şekilleriyle vermiş, detaylara ve alt kavramlara ilişkin açıklamaları daha sonra gerçekleştirilecek çalışmalara bırakmıştır
Çalışmamızın tüm İnsanlığa, ülkemize ve bütün İslam dün
yasına hayırlı olmasını yüce Allah'tan diliyoruz.
Yazı Heyeti Ankara, 1995


Elinizdeki kitap, İslam Dininin itikat, amel, ahlak ve hukuk boyutlarının daha kolay anlaşılmasını sağlamak amacı ile bir heyet tarafından hazırlanmıştır.
Kamuoyunda çeşitli vesilelerle zaman zaman tartışılan bazı konulara açıklık getirilmeye çalışılmıştır.
Her şey hoşgörünün hakim olduğu hür ve serbest bir ortamda tartışılmak sureti ile daha mükemmele ulaşılacaktır.
Okuyucuya faydalı olması dileği ile takdim edilir.

Prof. Dr. Mustafa Sait YAZICIOĞLU İlahiyat Fakültesi Dekanı


http://dersitamam.blogspot.com/2007/11/islam-gerei-aif1995-sayi-197.html






İSLAM GERÇEĞİ-1-BÖLÜM


BU KİTAPÇIĞI BLOGUMA EKLERKEN BİR KONUYU AÇIKLAMAM GEREK.....
KURAN DIŞINDA HİÇBİR SÖZCÜĞÜ KABUL ETMEDİĞİMDEN....(ÇOCUKLARIMA NASİHAT İÇİNE BAKILABİLİR)müslüman yerine müslim,namaz yerine salat,cami yerine de mescid denmesi gerektiğini düşündüğümü açıklamak ihtiyacı hissettim...KARAR SİZİN...
YİNE DE EKLEYEYİM....İSLAM GERÇEĞİ İSİMLİ YAPITA İMZA KOYAN ALTI BİLİM ADAMININ AYNİ YAPITTAKİ GÖRÜŞÜNÜ:


KURAN ANLATIMIYLA DİN-İSLAM

Kur'an'a göre dinin sahibi sadece Allah'tır. Dolayısıyla din Allah tarafından konan, korunan ilahi ve evrensel bir kurumdur. Bu kurumda hüküm sahibi tektir; Peygamberlerin hem görevleri hem de büyüklükleri din kuyuculuğundan ve koruyuculuğundan değil, sadece Allah tarafından gönderilen dini tebliğ etmelerinden kaynaklanır. Hiçbir peygamberin din koyuculuğunda Allah'la beraberlik veya ortaklık gibi bir yetkisi ve üstünlüğü yoktur. Dinin bir tek sahibi vardır: Allah. Kur'an'ın bu konuya ilişkin ifadeleri çok açıktır. "Gözünüzü açıp kendinize gelin! Arı-duru din yalnız ve yalnız Allah'ındır" (Zümer, 3). "Bana, dini yalnız Allah'a özgü kılarak O'na ibadet/kulluk etmek emredildi" (Zümer, 11).
Allah dışında herhangi bir kişi veya gücün, herhangi bir gerekçeyle Allah'ın yanında söz, hüküm, etki, şefaat, yaklaştırıcılık imkanına sahip kılınması veya düşünülmesi şirk, yani Allah'a ortak koşmaktır. "Yoksa Allah'tan başka şefaatçılar mı edindiler?... De ki: Şefaat, tümden Allah'ındır" (Zümer, 43, 44).

Allah'a iman ve sevgi, Allah'ın yanında birilerinin daha devreye sokulmasına bağlı hale geliyorsa Kur'an bunu da şirk(2) belirtisi sayar.
Kısacası, din konusunda Kur'an şu ilkeyi tartışmasız bir hakikat olarak ilan etmektedir. "Gerçek, Rabbinden gelir. O halde sakın kuşkuya düşenlerden olma" (Bakara, 147). "De ki: Sadece Allah götürür hakka. Hakka götürebilen mi izlenmeye daha layıktır yoksa kılavuzlanmadıkça yolu bulamayan mı? Peki, ne oluyor size? Nasıl hüküm veriyorsunuz?" (Yunus, 35).
Din konusunun temel Kur'ansal bakış açısı bu olduğu içindir ki, Cenabı Hak dinin adını da bizzat kendisi belirlemiş ve bu adın başka bir kuvvete nispet edilmesini önlemiştir.
Kur'an'ın getirdiği birlik dininin adı İslam'dır(3) ve bu adın yerine veya yanına başka

hiçbir kelime kullanılamaz.
(Ali İmran, 19, 85; Maide, 3).


ALINTI-İSLAM GERÇEĞİ-A.Ü.İ.F.-1995-SAYI-197-SH.8
(3) İslam; Arapça bir kelimedir. Türkçesi barışı hakim kılmak demektir. Din terminolojisinde "Allah'a teslim olmak" şeklinde mana verilmektedir.

http://dersitamam.blogspot.com/2007/11/islam-gerei-1-blm.html





İSLAM GERÇEĞİ-A.Ü.İLAHİYAT FAK.YAY-1995-NO-197
ANKARA ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ YAYINLARI NO : 197
İSLAM GERÇEĞİ
Prof. Dr. Hüseyin ATAY Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK Prof. Dr. Beyza BİLGİN Prof. Dr. Rami AYAS Dr. Arif GÜNEŞ Dr. Hasan ELİK
ANKARA, MART 1995

İSLAM GERÇEĞİ-http://dersitamam.blogspot.com/2007/11/islam-gerei-aif1995-sayi-197.html

İSLAM GERÇEĞİ-1-BÖLÜM
http://dersitamam.blogspot.com/2007/11/islam-gerei-1-blm.html


İSLAM GERÇEĞİ-2.BÖLÜM
http://dersitamam.blogspot.com/2007/11/islam-gerei-2blm.html


İSLAM GERÇEĞİ-3-İÇİNDEKİLER
http://dersitamam.blogspot.com/2007/11/islam-gerei-3-iindekiler.html


ARZU EDENLER VERDİĞİM LİNKLERDEN KİTABIN TAMAMINA ULAŞABİLİRLER.



39-ZÜMER- 9-hel yestevillezine ya'lemune vellezine la ya'lemun
9-“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”


7-ARAF- 185-.... fe bi eyyi hadisin ba'dehu yü'minun (BAŞKA HANGİ GERÇEK SÖZ-HADİS-E İNANACAKSINIZ)

77-MÜRSELAT -50-Fe bi eyyi hadiysin ba'dehu yü'minune.(BAŞKA HANGİ GERÇEK SÖZ-HADİS-E İNANACAKSINIZ)


2-BAKARA
67-……………….. euzü billahi en ekune minel cahilin
67-……..Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım


rabbena amenna fağfir lena varhamna ve ente hayrur rahimin (23-/109)
Ey Rabbimiz! Biz inandık, bizi bağışla, bize merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın,

ve selamün ala ibadihillezinastafa (27-/59)
Selam onun seçtiği kullarına,

sübhane rabbike rabbil izzeti amma yesifun (37-/180)
Güç ve kuvvet sahibi Rabbin, onların isnat ettikleri vasıflardan münezzehtir. ,

ve selamün alel mürselin (37-/181)
Selam tüm peygamberlere!,

Vel hamdü lillahi rabbil alemin(37-/182)
Ve hamd alemlerin Rabbi Allah'a!

http://dersitamam.blogspot.com/2010/05/bir-aciklama-iki-olay-ve-hatirlatma.html

24 Nisan 2010 Cumartesi

GÜNLÜK OKUNABİLECEK AYET-DUALAR

HER ZAMAN GÜNLÜK OKUNABİLECEK SURE- AYET VE DUALAR İLE TAVSİYE EDİLEN OKUNMA SAYILARI


Bismillahirrahmanirrahim

27-NEML
26. Allahü la ilahe illa hüve rabbül arşil azıym
26. Allah kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayandır. Büyük Arş’ın Rabbidir.


3-ALİ İMRAN
19-İnned diyne indallahil İSLAM…..
189. Ve lillahi mülküs semavati vel ard* vallahü ala külli şey'in kadir
190. İnne fi halkıs semavati vel erdı vahtilafil leyli ven nehari le ayatil li ülil elbab
191.
Ellezine yezkürunellahe kıyamev ve kuudev ve ala cünubihim
ve yetefekkerune fi halkıs semavati vel ard* rabbena ma halakte haza batıla* sübhaneke fekına azaben nar
192. Rabbena inneka men tüdhılin nara fe kad ahzeyteh* ve ma liz zalimine min ensar
193. Rabbena innena semi'na münadiyey yünadi lil ımani en aminu bi rabbiküm fe amenna* rabbena fağfir lena zünubena ve keffir anna seyyiatina ve teveffena meal ebrar

194. Rabbena ve atina ma veadtena ala rusülike ve la tuhzina yevmel kıyameh* inneke la tuhlifül miad

19-ALLAH indinde/katında din İSLAM’DIR….
189. Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Allah'ın her şeye gücü yeter.
190. Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır.
191.
Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah'ı anarlar,
göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru ! *
192. Ey Rabbimiz! Doğrusu sen, kimi cehenneme koyarsan, artık onu rüsvay etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur.
193. Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, "Rabbinize inanın!" diye imana çağıran bir davetçiyi (Peygamberi, Kur'an'ı) işittik, hemen iman ettik. Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, ruhumuzu iyilerle beraber al, ey Rabbimiz!
194. Rabbimiz! Bize, peygamberlerin vasıtasıyla vadettiklerini de ikram et ve kıyamet gününde bizi rezil-rüsvay etme; şüphesiz sen vadinden caymazsın!

48-FETİH
29.
Muhammedür rasulüllah
vellezine meahu eşiddaü alel küffari ruhamaü beynehüm terahüm
rukkean süccedey yebteğune fadlem minellahi ve rıdvana
simahüm fı vücuhihim min eseris sücud zalike meselühüm fit tevrati ve meselühüm fil incil ke zer'ın ahrace şat'ehu fe azerahu festağleza festeva ala sukıhi yu'cibüz zürraa li yeğıyza bihimül küffar veadellahüllezine amenu ve amilus salihati minhüm mağfiratev ve ecran azıyma
29.
Muhammed, Allah'ın Resülüdür.
Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler.
Onların, rükû ve secde halinde, Allah'tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün
. Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir. İşte bu, onların Tevrat'ta ve İncil'de anlatılan durumlarıdır: Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler. Allah kendileri sebebiyle inkarcıları öfkelendirmek için onları böyle sağlam ve dirençli kılar. Allah, içlerinden salih amel işleyenlere bir bağışlama ve büyük bir mükafat vaad etmiştir.


29-ANKEBUT
45. Ütlü ma uhıye ileyke minel kitabi ve ekımıs salah innes salate tenha anil fahşai vel münker ve lezikrullahi ekber vallahü ya'lemü ma tasneun
45. Kitap'tan sana vahyedileni oku! SALATI/duayı yerine getir! Çünkü SALAT/dua, çirkinliklerden ve kötülüklerden alıkoyar. Elbette ki, Allah'ın zikri/Kur'an'ı daha büyüktür! Allah, neler yaptığınızı biliyor.


10-YUNUS-100
100. Ve ma kane li nefsin en tü'mine illa bi iznillah ve yec'alür ricse alellezıne la ya'kılun
Yusuf Ali (English)
100. No soul can believe, except by the will of Allah, and he will place doubt (or obscurity) on those who will not understand.
M. Pickthall (English)
100. It is not for any soul to believe save by the permission of Allah. He hath set uncleanness upon those who have no sense.
DİYANET-
100. Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir kimse iman edemez. Allah, azabı akıllarını (güzelce) kullanmayanlara verir.
Y.NURİ-
100. Allah'ın izni olmadıkça hiçbir benlik iman edemez. Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır.
S.ATEŞ-
100. Allah'ın izni olmadan hiç kimse inanmaz ve (Allah) pisliği (huzursuzluğu, azabı), akıllarını kullanmayanların üzerine kor.

39-ZÜMER
9……….hel yestevillezine ya'lemune vellezine la ya'lemun
9…….Hiç bilenlerle bilmeyenler eşit-bir olur mu..?


39-ZÜMER
41. İnna enzelna aleykel kitabe linnasi bil hakk fe menihteda feli nefsih ve men dalle fe innema yedıllü aleyha ve ma ente aleyhim bi vekil

42. Allahü yeteveffel enfüse hıyne mevtiha velleti lem temüt fi menamiha fe yümsikülleti kada aleyhel mevte ve yürsilül uhra ila ecelim müsemma inne fi zalike le ayatil li kavmiy yetefekkerun

43. Emittehazu min dunillahi şüfea' kul ev lev kanu la yemlikune şey'ev ve la ya'kılun


41. (Ey Muhammed!) Biz sana Kitab'ı (Kur'an'ı) insanlar için, hak olarak indirdik. Kim doğru yola girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar. Sen onlara vekil değilsin.

42. Allah (ölen) insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de uykularında alır. Ölümüne hükmettiklerinin ruhlarını tutar, diğerlerini belli bir süreye (ömürlerinin sonuna) kadar bırakır. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.

43. Yoksa Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: "Hiçbir şeye güçleri yetmese ve düşünemiyor olsalar da mı?"


44. Kul lillahiş şefaatü cemia lehu mülküs semavati vel ard sümme ileyhi türceun
44. De ki: "Şefaat tümüyle Allah'a aittir. Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Sonra yalnız O'na döndürüleceksiniz."


53. Kul ya ıbadiyellezıne esrafu ala enfüsihim la taknetu mir rahmetillah innellahe yağfiruz zünube cemia innehu hüvel ğafurur rahıym
53. De ki: "Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir."


12-YUSUF

87-…..la tey'esu mir ravhıllahi innehu la yey’esü min ravhillahi illel kavmül kafirun
87-….. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.”


7-ARAF

170 Vellezine yümessikune bil kitabi ve ekamüs salah inna la nüdıy'u ecral muslihıyn
Araf
(170) Kitaba sımsıkı sarılanlara ve salatı/dua-yı yerine getirenlere gelince, şüphesiz biz, iyiliğe çalışan (erdemli) kimselerin mükafatını zayi etmeyiz.

33-AHZAB
56. İnnellahe ve melaiketehu yüsallune alen nebiyy ya eyyühellezıne amenu sallu aleyhi ve sellimu teslima
56. Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber'e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selam edin.


4-NİSA


87. Allahü la ilahe illa hu le yecmeanneküm ila yevmil kıyameti la raybe fıh ve men asdeku minellahi hadisa
87. Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Andolsun, sizi kıyamet gününde mutlaka bir araya toplayacaktır. Bunda asla şüphe yoktur. Kimdir sözü Allah’ınkinden daha doğru olan.


7-ARAF- 185-.... fe bi eyyi hadisin ba'dehu yü'minun (BAŞKA HANGİ GERÇEK SÖZ-HADİS-E İNANACAKSINIZ)

77-MÜRSELAT -50-Fe bi eyyi hadiysin ba'dehu yü'minune.(BAŞKA HANGİ GERÇEK SÖZ-HADİS-E İNANACAKSINIZ)



YUKARDA YAZILI AYETLERİ ÖZETLERSEK :



ALLAH KENDİNDEN BAŞKA HİÇ BİR İLAH BULUNMAYANDIR. Büyük Arş’ın Rabbidir.

ALLAH İNDİNDE DİNİN ADI İSLAM’DIR.

MUHAMMED (SAS) O’NUN RESULÜDÜR.

ALLAH,AYAKTA,OTURURKEN,UZANIRKEN,EĞİLİRKEN,SECDEDE HER ZAMAN ANILIR.

ALLAH’I ZİKRETMEK İBADETLERİN EN BÜYÜĞÜDÜR;

AKLINI KULLANMAYANLAR ÜZERİNE PİSLİK YAĞAR;

BİLENLE BİLMEYEN BİR-EŞİT OLMAZ;
,
ŞEFAAT TÜMÜYLE ALLAH’INDIR;

ALLAH’IN RAHMETİNDEN ÜMİD KESİLMEZ,SADECE KAFİRLER ÜMİD KESER;Tüm günahları bağışlayan sadece O’dur.;

ALLAH VE MELEKLERİ PEYGAMBERE S A L A T EDERLER.SİZ DE SALAT-U SELAM EDİN;

KİTAB’A SARILIP SALATA DEVAM EDENLERİN ECRİ KAYBOLMAZ;

ALLAH’TAN BAŞKA DOĞRU –GERÇEK SÖZ SÖYLEYEN OLMAZ;


Gerisi size kalmış………………………SELAM VE DUA İLE……..


01-LAİLAHE İLLALLAH-100,


02-FATİHA
-7-100, Bazı kitaplarda 1000 Fatiha tavsiye ediliyor..meşru dilek için..100 okusan 10 günde yine ayni sayıya varırsın…önemli olan az ama devamlı ve anlamını düşünerek okumaktır…Alemlerin Rabbi elbette her şeyi duyan ve bilendir….İNNEHU HÜVESSEMİULALİYM….(.8/61, 12/34, 41/36, 44/6)

03-İHLAS
-7-100,

04-LAİLAHE İLLALLAHÜL MELİKÜL HAKKUL MÜBİN MUHAMMEDUN RESULULLAHİ SADIKUL VADİL EMİN
-7-100,

05-
SALATEN TEFRİCİYE-7-100,

06-
SALATEN TUNCİNA-7-100,

07-
SUBHALLAHİ VE BİHAMDİHİ SUBHALLAHİLAZİYM ESTAĞFURULLAH VE ETUBU İLEYH-7-100,

08-
ESTAĞFURULLAH İNNEHU KANE TEVVABA İNNEHU KANE GAFFARA, innehu huvessemiul aliym ,İNNE RABBİ RAHİYMÜN VEDUD-7-100
(İNNEHU KANE GAFFARA-İNNEHU KANE TEVVABA)
71-NUH-10-
10. Fekultüstağfiru rabbekum
innehu kane ğaffaren.
10. "Dedim ki: ‘Rabbinizden bağışlama dileyin; çünkü
O çok bağışlayıcıdır.'

A.BULAÇ 10- 'Bundan böyle' dedim. 'Rabbinizden bağışlanma (mağfiret) dileyin; çünkü gerçekten
O, çok bağışlayandır.
D.VAKFI 10. Dedim ki : Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü
O çok bağışlayıcıdır.




110-NASR-3-
3. Fesebbih bihamdi rabbike vestağfirh*
innehu kane tevvaba

3. "artık Rabbini hamd ile tesbih et ve bağışlamasını dile! Muhakkak ki, O, çok bağışlayandır!

Diyanet 3.Rabbine hamdederek O'nu tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü
O, tevbeleri çok kabul edendir.



Yaşar Nuri 3. Tespih et Rabbini O'na hamt ile! Ve O'ndan af dile! Çünkü O,
Tevvâb'dır, günahları affeder sınırsız bir şekilde.

(11-HUD-90-… inne rabbiy rahiymün vedud)
(90…. Muhakkak ki Rabbim çok merhametlidir, (müminleri) çok sever…. Rabbim çok esirgeyici ve sevgi doludur. Rabbim Rahîm'dir, rahmeti sınırsızdır;
Vedûd'dur, çok sevgilidir).
"

PARENTEZ İÇİ BİLGİ İÇİNDİR….BU DUA ÇOK BELALARI ÖNLER…TEVBE İÇİN SEÇİLİDİR…..VEDUD KURAN İÇİNDE SADECE BU AYETTE GEÇER…..……


İnnehu kane gaffara ve innehu kane tevvaba da yine sadece bu yazılan ,
innehu huvessemiul aliym.8/61, 12/34, 41/36, 44/6 ncı ayetlerdedir.


09-
ALLAHÜMMESTUR AVRATİNA VE AMİN RAVATİNA, ALLAHÜMME YA ALİMESSIRRI VENNECVA VE YA KAŞİFEDDURRİ VEL BELAYA İC’ALİL EMRE FERECEN VE MAHRECEN Bİ RAHMETİKE YA ERHAMERRAHİMİYN-7-100
Ayıplarımızı ört ,Korkularımızdan bizi emin kıl..
BÜYÜK DUA-GÜMÜŞHANEVİ-İSLAMOĞLU YAYINCILIK-1995-SH.29


10-
SÜBHANEKE LA İLAHE İLLA ENTE YA ZEL CELALİ VEL İKRAM, YA BEDİUSSEMAVATİ VEL ARD,YA MALİKEL MÜLK, YA HAYYU YA KAYYUM Bİ RAHMETİKE ESTAGİSU, RABBİ NECCİNİ MİMMA ENE FİYH RABBİ HEB Lİ FERACEN VE MAHRECEN BİRAHMETİKE YA ERHAMERRAHİMİYN-100

11-
ALLAHÜMME İNNİ ESELÜKE Bİ HAKKI İSMİLLEZİY EVVELİYİ ALİN, AHİRİHİ ALİN VE ALAİ ALLAH-7-100
BÜYÜK DUA KİTABI-MUSTAFA VARLI-ESMA YAYNLARI,1998..SH.322-323

12-
RABBİ ENZİLNİ MÜNZELEN MÜBAREKEN VE ENTE HAYRÜL MÜNZİLİN
23-MÜMİNUN/29.. "Ey Rabbim! Beni bereketli bir yere kondur. Sen konuk edenlerin en hayırlısısın."NUH(AS)..SÖYLEMESİ İÇİN İNMİŞTİR..
Dileğince oku….RÜYADA OKUTULMUŞTUR……………


13-
RABBİ İNNİ LİMA ENZELTE MİN HAYRİN FAKİYR
28-KASAS/24.."Rabbim! Bana göndereceğin her hayra muhtacım HZ.MUSA(AS)AĞZINDAN Dileğince oku….
BEN BUNA DAR ZAMAN DUASI DİYORUM...


14-
FALLAHÜ HAYRÜN HAFIZAN VE ENTE ERHAMÜRRAHİMİYN
12-YUSUF/64.. Allah en iyi koruyandır ve O, merhametlilerin en merhametlisidir”YAKUB(AS) AĞZINDAN.. Dileğince oku…
BU DA KORUMA DUASIDIR


15-
RABBİ İMMA TURİYENNİ MA YUADUNE RABBİ FELA TEC’ALNİ FİYL KAVMİZZALİMİYN, VE RABBİ EUZÜ BİKE MİN HEMAZATİŞŞEYATİYNİ VE EUZÜ BİKE RABBİ EN YAHDURUN
23-MÜMİNUN/94-95-97-98…."Ey Rabbim! Onlara yöneltilen tehditleri bana mutlaka göstereceksen, beni o zalim milletin içinde bulundurma." , Ey Rabbim! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım." "Ey Rabbim! Onların benim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım."
Dileğince oku….
CEHENNEMİN ATEŞİNDEN, GÜNEŞİN SICAĞINDAN, ZEMHERİNİN SOĞUĞUNDAN KORUR..


16-
ELA İNNE NASRALLAHİ KARİYB VE ENTE HAYRURRAZİKİYN
2-bakara-214…. ela inne nasrallahi kariyb Bak işte, Allah'ın yardımı yakındır..
MAİDE-114………..verzukna ve ente hayrır razikıyn
114-Bizi rızıklandır. Sen rızıklandıranların en hayırlısısın"


17-ULAİKE NASİYBÜN MİMMA KESEBU VALLAHİ SERİUL HİSAB
2-BAKARA/202.NCİ AYET…(rabbena atina fid dünya hasenetev ve fil ahırati hasenetev ve kına azaben nar: Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru! ), DİYEN 201.NCİ AYETTEN SONRA GELİR….. İşte onlar için, kazandıklarından büyük bir nasip vardır. (Şüphesiz) Allah'ın hesabı çok süratlidir. …MEALEN ANLAMINDADIR….
HER NAMAZDAN SONRA 7 ŞER KERE OKUNMASI TAVSİYE EDİLMEKTEDİR…..MEŞRU DİLEK İÇİN….


18-
ALLAHÜ LATİYFÜN BİADİHİ YERZUKU MEN YEŞAÜ VE HÜVEL KAVİYYÜL AZİZ
42-ŞURA/19-Allah kullarına çok lütufkârdır, dilediğini rızıklandırır. O, kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.
Rızkın artması için tavsiye ediliyor…dileğince…


19-
İNNALLAHE HÜVERREZZAKU ZÜL KUVVETİL METİN
51-ZARİYAT/58… Şüphesiz Allah, rızık veren, sarsılmaz kuvvet sahibi O'dur.
Rızkın artması için tavsiye ediliyor…dileğince…


20-
VE TERZÜKÜ MEN TEŞAÜ Bİ GAYRİ HİSAB
3-ALİ İMRAN-27-Dilediğine de hesapsız rızık verirsin."
Dileğince…………..


21-
YA BEDİİ YA KEBİRİ YA FETTAH,YA HANNAN YA MENNAN YA KUDDÜS,VE REFAĞNA LEKE ZİKREK ZÜL CELALİ VEL İKRAM
RÜYADA OKUTULAN TESBİH…DEVAM EDİNİZ…….DİLEĞİNCE



22-
SELAMÜN KAVLEN MİN RABBİN RAHİYM-818
36-YASİN/58.NCİ AYET….CENNETTEKİ MÜTTEKİLER İÇİN…(ONLARA RAHİYM RAB’DEN BİR DE SELAM VARDIR)MEALİNDEKİ AYET…
HERGÜN SAYISINCA MEŞRU DİLEK İÇİN OKUNURSA RED EDİLMEYECEĞİ KUVVETLE UMULUR……EN AZ 3 GÜN DEVAM EDİLMESİ TAVSİYE EDİLMİŞ….


23-NADÜ ALEYYE MÜZHİREL ACAİB,TECİDHÜ AVNEN LEKE FİNNEVAYİB, LİKÜLLİ HEMMİN VE GAMMİN , SEYENCELİ Bİ AZAMETİKE YA ALLAH ,Bİ NÜBUVVETİKE YA MUHAMMED,Bİ VELAYETİKE YA ALİ…..
DUA HAZİNESİ-Mustafa Ertuğrul-1990-Sağlam yayınevi….isimli kitabın 157-163. Ncü sahifelerindedir….HER DİLEK İÇİN VE YARDIM İSTENDİĞİNDE...


24
-ESTAĞFURULLAH,İNNEHU KANE TEVVABA,İNNEHU KANE GAFFARA,İNNEHU HUVESSEMİUL ALİYM,HASBİYALLAHU LA İLAHE İLLA HU ALEYHİ TEVEKKELTÜ VE HÜVE RABBİL ARŞİL AZİYM VE LA HAVLE VE LA KUVVETE İLLA BİLLAHİL ALİYYİL AZİYM, SEHLEN Bİ AFFİKE YA AZİZ……
innehu kane ğaffaren.71/10, innehu kane tevvaba.110/3,innehu huvessemiul aliym.8/61-12/34-41/36-44/6 ncı ayetlerde,hasbiyallahu la ilahe illa huve aleyhi tevekkeltü ve hüve rabbil arşil aziym.9/129 ayet.
Nasuh Tevbe için ideal bir dua demeti…..
100-1000 …DİLEĞİNCE OKUNUR….

25-
YA ALLAH,YA AZİM,YA AZİZ, YA FETTAH YA CEBBAR-311
MEŞRU HER DİLEK İÇİN…SAYISINCA OKUNUR…….

26-
MURATLAR İÇİN GÜNLERİN ESMASI ;
PAZAR-YA FETTAH-489, PAZARTESİ-YA LATİF-129, SALI-YA KABİZ-903,
ÇARŞAMBA-YA KAFİ-111,
PERŞEMBE-YA REZZAK-308, CUMA-YA NUR-256, CUMARTESİ-YA GANİY-1060……..

DUA HAZİNESİ.M.ERTUĞRUL,SAĞLAM YAYINEVİ.1990.SHF.80
DİĞER ESMALAR İÇİN AYNİ KİTAP..SHF.64-79…

27-
ALELLAHİ TEVEKKELNA,RABBEFTAH BEYNENA VE BEYNE KAVMİNA BİL HAKKI VE ENTE HAYRÜL FATİHİYN-
7-ARAF-89.NCU AYET….. Biz sadece Allah'a dayanırız. Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında adaletle hükmet! Sen hükmedenlerin en hayırlısısın. *

BİRİYLE DAVAN OLDUGUNDA OKUNUR….. HAKSIZSAN OKUMA SANA DÖNER….


28-
…………23/14. fe tebarakellahü ahsenül halikıyn
…23/14……..Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şânı ne yücedir!

29-
………40/64- … fe tebarakellahü rabbül alemin
40/64- ….Ne yücedir O alemlerin Rabbi olan Allah!
Bu iki ayetin peşpeşe okunması da tavsiye edilir…….sayısız heryerde..her zaman….
TÜM MEŞRU DİLEKLER İÇİN OKUNUR VE TÜM NAZARLARI SAVAR……Bi iznillah….



30-
MÜMİN
40/65. Hüvel hayyü la ilahe illa hüve fed'uhü muhlisiyne lehüd din elhamdü lillahi rabbil alemin
40/65. Gerçek hayat sahibi ancak O'dur, O'ndan başka tapılacak yoktur. Onun için dini halis kılarak O'na. hep O'na yalvarın! Hamd o alemlerin Rabbi olan Allah'ın.

DİLEĞİNCE OKU…


31-
3-ALİ İMRAN 173…………hasbünellahü ve ni'mel vekil- Allah bize yeter, O ne güzel vekildir
22-HACC 78-………. ni'mel mevla ve ni'men nasiyr, O ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır
2-BAKARA 285-……ğufraneke rabbena ve ileykel masiyr, Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır.

BİRLEŞTİREREK ŞÖYLECE……
-hasbünellahü ve ni'mel vekil, ni'mel mevla ve ni'men nasiyr, ğufraneke rabbena ve ileykel masiyr
Allah bize yeter, O ne güzel vekildir, O ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır, Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır.
HER ZAMAN , AYAKTA- OTURURKEN--UZANIRKEN….DİLEĞİNCE OKU…..


AŞAĞIYA ÇIKARDIĞIM BU AYET GEREĞİNCE VE İZNİYLE SİZ KURAN İÇİNDEN KOLAYINIZA GELEN YERDEN OKUYUN…YETER Kİ OKUYUN…PEYGAMBERLER VE SEÇİLMİŞLERİN DUA VE SÖZLERİ DE BAŞKA BİR REHBERDİR…VESSELAM…..


73-MÜZZEMMİL
20. İnne rabbeke ya'lemu enneke tekumu edna min suluseyilleyli ve nısfehu ve sulusehu ve taifetun minelleziyne me'ake vallahu yukaddirulleyle vennehare 'alime en len tuhsuhu fetabe 'aleykum
fakreu ma teyessere minelkur'ani
'alime en seyekunu minkum merda ve aharune yadribune fiyl'ardı yebteğune min fadlillahi ve aharune yukatilune fiy sebiylillahi
fakreu ma teyessere minhu
ve ekıymussalate ve atuzzekate ve akridullahe kardan hasenen ve ma tukaddimu lienfusikum min hayrin teciduhu 'ındallahi huve hayren ve a'zame ecren vestağfirullahe innallahe ğafurun rahıymun.
Müzzemmil
(20) (Ey Muhammed!) Şüphesiz Rabbin, senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını, yarısını ve üçte birini ibadetle geçirdiğini biliyor. Beraberinde bulunanlardan bir topluluk da böyle yapıyor. Allah gece ve gündüzü düzenleyip takdir eder. Sizin buna (gecenin tümünde yahut çoğunda ibadete) gücünüzün yetmeyeceğini bildi de sizi bağışladı (yükünüzü hafifletti.)
Artık Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun.
Allah, içinizde hastaların bulunacağını, bir kısmınızın Allah'ın lütfundan rızık aramak üzere yeryüzünde dolaşacağını, diğer bir kısmınızın ise Allah yolunda çarpışacağını bilmektedir. O halde,
Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun.
Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, Allah'a güzel bir borç verin. Kendiniz için önceden ne iyilik gönderirseniz onu Allah katında daha üstün bir iyilik ve daha büyük mükafat olarak bulursunuz. Allah'tan bağışlama dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

BUNLARI GÜNLÜK TESBİHATA VE DİLEKLERE YARDIMCI OLSUN DİYE YAZDIM..SİZ KENDİNİZE UYGUN OLANI DUA KİTAPLARINDAN DA BULABİLİRSİNİZ…KURAN İÇİNDEN DAHA İYİ BULURSUNUZ…PEYGAMBERLER VE SEÇİLMİŞLERİN SÖZLERİNE GÖZ ATIN…..


HER DUANIN VE HER İŞİN BAŞI BİSMİLLAH…….
SONU ELHAMDÜLİLLAH-TIR…
UNUTULMASIN…..


ALLAH-Ü TEALA HAYRINIZA OLAN MEŞRU DİLEKLERİNİZİ KABUL BUYURSUN İNŞALLAH…….



rabbena amenna fağfir lena varhamna ve ente hayrur rahimin (23-/109)
Ey Rabbimiz! Biz inandık, bizi bağışla, bize merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın,

ve selamün ala ibadihillezinastafa (27-/59)
Selam onun seçtiği kullarına,

sübhane rabbike rabbil izzeti amma yesifun (37-/180)
Güç ve kuvvet sahibi Rabbin, onların isnat enikleri vasıflardan münezzehtir. ,

ve selamün alel mürselin (37-/181)
Selam tüm peygamberlere!,

Vel hamdü lillahi rabbil alemin(37-/182)Ve hamd alemlerin Rabbi Allah'a!